EBİLTEM blog sayfasına hoşgeldiniz.

Üniversite-Sanayi İşbirliği, Teknoloji Transferi, Patent, Avrupa Birliği Projeleri, Teknoloji Trendleri ve İnovasyon...

ShareThis

24 Aralık 2012 Pazartesi

San Francisco’dan Orta Avrupa’ya: Girişimcilikte Değişen Algılar, Kimlikler



Girişimciliğin kendine has bir ‘kültür’ ve ‘ekosistem’ üzerinde yükseldiği gerçeği ile tanıştıktan sonra politika yapıcılar boyutunda algının başarılı çekim noktalarına yönleneceğini hepimiz tahmin ediyorduk sanırım. Cumhurbaşkanının Amerika seyahati, bu seyahati takiben Silikon Vadisi ile kurulan bağlantıların artışı, teknogirişim desteği alan 10 girişimcinin vadiye gönderilmesi, ekosistem oluşturma konusunda atılan adımlar bu algı değişiminin somutlaştığı örneklerden sadece birkaçı.

Start-up ekosistemi olarak Amerika orijinli Silicon Valley ve Silicon Alley uzun süredir yalnız başlarına bu alanın lokomotifliğini yapmaktalar. Bu iki bölgenin diğer teknoloji hubları ile olan farkını ‘Startup Genome’un son çalışması ortaya koyar nitelikte. Startup ekosistemlerinin farklı parametrelerce değerlendirildiği kapsamlı çalışma bu iki bölgeyi ilk iki sıraya yerleştiriyor. En yakın rakipleri Londra ile aralarında da hatırı sayılır farklar mevcut.

Amerika’nın girişimcilik alanındaki liderliğini kabul etmekle beraber, krizle boğuşan Avrupa’nın kor halindeki girişimcilik hikayesi de yavaş yavaş harlanıyor. Economist’in ‘sefiller diye tanımladığı Avrupalı girişimcilerin durumu pek de Amerikalı derginin tanımladığı gibi değil aslında. İki dünya savaşına ev sahipliği yapmış topraklarda aşırı boyutlara ulaşmış risk algısı girişimcilik kültürüne oldukça zarar verdiği için, kıta genelinde kökleri eskiye dayanan girişimcilik sekteye uğradı. Yeni yeni düzelen bu algıya ek olarak ekosistemin öneminin kavranması ile öncelikle Londra, son zamanlarda da Berlin ve Münih odağında start-uplar hız ve güç kazanmaya başladı. Londra’nın daha bilinen ve eski bir örnek olmasından hareketle merceği Almanya’ya tutarak bu hareketlenmenin boyutlarına bir göz atalım:

Münih: Kimlik Değişimi

Tek başına bir ülke olsa Avrupa’nın 8. büyük ekonomisine sahip olacak olan Bavyera eyaletine başkentlik yapan Münih, bölgenin nimetlerinden yararlandıkça gücü artan bir şehir. Ekonomik olarak sahip olduğu gücün yanına güçlü bir uluslararası ulaşım ağını ekleyen Bavyera ve Münih, ağır sanayi ve tarımla özdeşleşmiş kimliğini ters yüz ederek yüksek teknolojili firmalara ev sahipliği yapan bir kimliğe büründü. Bu kimlik değişiminin izleri 1990’lara uzanıyor. Bu döneme kadar MAN, BMW gibi ağır topların liderliğinde ilerleyen bölge 90’ların ortalarında yaşadığı resesyon ile çıkmaza girdi. Kamu müdahalesi ile hayat verilen bölge doğru bir strateji ve finansman ile kabuk değiştirmeye başladı: ileri teknoloji-yüksek riske dayanan endüstri. Kamu bankalarının risk sermaye fonları yaratarak bu yeni endüstrinin yeni oyuncularını teşvik etmesi ile sistem ayakları üzerine oturmaya başladı.

Kamu müdahalesi ve risk sermayesi boyutlarına ek olarak bölgenin teknik bilgi kapasitesine de dikkat çekmek gerek. Zira risk sermayesinden bahsederken Amerika örneğinde işleyen model kalitesinde bir risk sermayesinden bahsetmiyoruz. Buradan doğan açığı bölgenin üst düzey üniversite ve araştırma kuruluşları kapatmaya çalışmaktalar. Fraunhofer, Münih Teknik Üniversitesi, Max Planck adlarını duymuş olanlarınızın sayısı oldukça fazladır sanırım…

Berlin: Şehrin Dinamizminin Girişimcilik ile Dansı

Münih özelinde Bavyera’nın ileri teknolojili endüstrilerinin bir tamamlayıcısı olarak Berlin, internet teknolojileri alanında start-uplara ev sahipliği ile sivrilmekle meşgul. Berlin’in dinamizmi, kültürel kodları, uygun fiyatlarda sunduğu yüksek yaşam kalitesi kendine has bir çekim noktası oluşturuyor. Siftahlayamamış olsak da okuduğumuz kadarıyla St. Oberholz Cafe örneğinden bahsetmenin yeridir diye düşünüyorum. Berlin’de bulunan iki katlı bu kafe mevcut ekosistemin küçük bir örneklemi gibi: rahat bir kafe ortamı, laptopları ile çalışan genç girişimciler, yetenek ve fikir arayan yatırımcılar, girişimin temellerinin atılabileceği ucuz apartman daireleri… Bugün 20 milyon kullanıcıya ulaşan SoundCloud, E-Bay’in 200 milyon dolar ödeyerek satın aldığı Brands4Friends gibi başarılı girişimler yolları Oberholz Cafe ile bir şekilde kesişenlerden birkaçı. 


Şehrin büründüğü bu yeni yapı, doğal olarak yatırımcıların ilgisini çekmekte. 2009’da 64 start-up 48 milyon dolar yatırım alırken, 2011’in ilk 3 çeyreğinde 81 start-up için 136 milyon dolarlık yatırım sağlandı. Bu finansal akışın orijinleri de Kaliforniya’dan Londra’ya geniş bir yelpazede uzanan melek yatırımcılar ve risk sermayeleri.

Almanya özelinden çıkarak resmin tamamına bakacak olursak; öncelikle girişimcilik ekosistemi ve kültürü açısından transatlantik boyutta halen ciddi bir fark olduğunun altını çizmek gerekir. İstatistikle ifade etmek gerekirse; Silikon Vadisi’nin ekosistemi Londra’nın ekosisteminden 4,5, Berlin’in ekosisteminden ise 12 kat daha büyük durumda. İkinci bir unsur olarak ileri teknolojili sektörlerde ve internet girişimlerinde büyük oyuncuların tamamı halen Amerika’da yer alıyor. Avrupa bu pencereden bakıldığında emekleme evresinde. Eski kıta için pozitif olan nokta ise geçmişe kıyasla Avrupa için bir heyecan yaratılmış durumda. Aradaki fark kapanır mı kapanmaz mı bilinmez ama yetenekli girişimciler, melek yatırımcılar, risk sermayesi grupları ve yazılımcılar Avrupa için istenilen ekosistemi yavaş yavaş yaratıyorlar.





19 Aralık 2012 Çarşamba

Ar-Ge Yatırımlarımız Artıyor: Peki 2023 Hedefleri Ne Kadar Yakın?



Türkiye’de “Ar-Ge ve İnovasyon” kavramları, biz daha inovasyonu Türkçeleştirmeye çalışırken iyice hayatımızın bir parçası haline geldi. Avrupa İşletmeler Ağı’nın (EEN) dahil olduğu 51 Ülkenin birçoğunda katıldığımız toplantılarda hep ortak sorunları tartışarak iyi uygulamaları birbirimize uygulamaya çalışıyoruz. Yalnız bizde de değil bütün dünyada aynı şeyler tartışılıyor. Ve sonuç olarak herkes yeni pazarlar bulmak, Ar-Ge yatırımlarını arttırmak ve bunların hızla geri dönüşlerini almak istiyor. Ve evet, Türkiye son yıllarda özellikle Avrupa’nın kendi içinde kriz ile boğuştuğu günlerde büyük bir potansiyel olarak görülüyor.
Peki, Türkiye’de gerçekten bir şeyler değişiyor mu yoksa kötünün iyisi bir konumda mıyız? Aslında Ar-Ge ve inovasyon göstergeleri olarak sayılabilecek Ar-Ge harcamaları TÜBİTAK’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı son rakamlara göre 2011 yılında %20.4’lük bir artış göstermiştir. Tabii asıl önemli olan gösterge Ar-Ge harcamalarının GSYİH (Gayri Safi Yurt içi Hâsıla)’deki yüzdesi 0,84’ten 0,86’ya yükselmiştir.  2004 yılından beri kazanmış olduğu ivmeyi son 3 yıldır kaybetmiş gözüken Türkiye için 2023 stratejisinde konulan %3 hedefinin de gerçekliğinin tartışmaya açık olduğu aşikârdır.

Diğer bir önemli göstergede, yine 2011 yılına göre Tam Zaman Eşdeğer(TZE) Ar-Ge Personeli sayısı 92 bine, TZE Araştırmacı sayısı 72 bine ulaşmıştır. Bu noktada TZE Ar-GE Personeli sayısında 2010 yılına göre %13,5’luk bir artış gözlenmektedir.

Günümüzde, Avrupa’daki kriz ve Apple, Nokia gibi firmaların haberleri ile iyice popüler hale gelen FMH (Fikri Mülkiyet Hakları), artık ülkelerin yeni ortak odakları olmuş gözüküyor. Bizde de durum aynı aslında, 2002 yılından beri gözlenen yükselen artış grafiği yerel patent başvurularında da devam ediyor. Ancak ülkelerin beklentileri bu patentler ile yeni pazarlar yaratma bunları lisanslamak veya sağladığı haklarla pazarlarda avantaj sağlamak olunca, yerel korumanın yanında dış pazarları da hedeflemek gerekiyor. Bu durumda özellikle EPC ve PCT başvurularının son 3 yılda göstermiş olduğu hareketlilik yapılan Ar-Ge çalışmalarının kalitesinin arttığını ve ticarileştirme açısından sınırları aşabilecek bazı atılımların da gerçekleştiğini göstermektedir. Tabii hareketlilik olarak verdiğimiz rakamlar henüz 2011 yılı için 43 PCT ve 82 EPC başvurusu olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada artış yüzdeleri geçtiğimiz yıllara oranla fazla olsa da dikkate alınması toplamın azlığı nedeni ile anlamsızdır.

Türkiye’de mevcut durum göstergeleri bir artışı gösterse de 2023 hedefleri için ivmenin yakalanamadığı görülmektedir.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan Türkiye Üniversite Endeksi bu ivmeyi etkilemeye aday gibi gözüküyor. Her ne kadar kullanılan göstergeler ve sıralamalar hala tartışılıyor olsa da Türkiye’de ilk defa üniversiteler, üniversite sınavları dışında sıralamaya sokulmuş ve bir rekabetin de başlama düdüğü çalınmıştır. Şuan Türkiye’de bulunan 172 üniversiteden girişimcilik ve inovasyon aktivitelerini dikkate alarak ilk 50’yi belirleyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı her yıl açıklayacağı bu endeks ile üniversiteler arasında yaratacağı rekabetin olumlu çıktılarını alacaktır.

Nitekim yine son aylarda önemli bir konu olan Üniversitelerde Teknoloji Transfer Ofislerinin kurulması için açıklanan TÜBİTAK 1513 hibe programına başvuru için getirilen “Üniversite Endeksinde” ilk 50’de olma ön şartı endeksin önemini arttırmış ve üniversitelerin FMH, Ar-Ge, girişimcilik ve inovasyon konularında ivedi olarak atılımlar içine girmesini sağlamıştır.

Ar-Ge ve inovasyon konusunda hala yönümüzün pozitif olduğu görülüyor. Ancak İsrail, Kore gibi küçük ülkelerden büyük değerlerin çıkmasını sağladığı artık kabul edilen inovasyonun yine bu ülkelerdeki gibi Ar-Ge yatırımları ile desteklenmesi gerekmektedir.


Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr


Kaynak:
Türkiye Bilim, Teknoloji ve Yenilik Sistemi ve Performans Göstergeleri 2010
World Intellectual Property Indicators, 2012
EUREKA, Turkey Profile 2010
ERAWATCH COUNTRY REPORTS 2011: Turkey
İstatistik: TÜBİTAK, Turkstat, TPE



17 Aralık 2012 Pazartesi

Doğa Dostu Hibridler




Günümüzde artık doğal kaynakların yavaş yavaş tükenmesi, dünya ekonomisinin dar boğaza girmesi ve daha da önemlisi doğamızın günden güne kötü hale gelmesi, onu daha temiz bir hale getirmek için her sektörde olduğu gibi otomobil sektöründe de yeni arayışlara girilmesini sağlamıştır. Otomobil sektöründe söz sahibi olan firmaların öncülük ettiği yeni nesil otomobiller sadece benzinli ya da dizel olarak üretilmemekte, onun yerine doğa dostu olan hibrid otomobiller üretilmeye başlamıştır. Hibrid’in kelime anlamı iki farklı güç kaynağının bir arada bulunması anlamına gelmektedir. 

Hibrid otomobil nedir?

Bu araçların asıl amacı benzin sarfiyatını azaltmak ve doğaya salınan kötü gazların önüne geçmektir. Sıkışık trafikte motor hızının düşük olduğu anlarda, benzin motoru yerine elektrik motorunu devreye sokmakta bunun sayesinde sıfır emisyon salımını sağlamaktadır. Bu araçların elektrikli olması şarj edilmesini gerektirmemektedir. Motorun çalışması için gerekli enerji benzin motoru çalıştırıldığı zamanlarda ya da frenleme sırasında akülere sarj edilmektedir. Hibrid teknolojilerin sağladığı ileri teknolojilerden bazıları ise;

  • Yenilenen frenleme: Elektrik motoru tekerleri yavaşlatmak için aktarma organlarına direnç uygular. Buna karşılık tekerleklerden gelen enerji, frenleme veya durma esnasında aküden kaynaklanan depo enerjiyi elektrik enerjisine çevirerek bir jeneratör görevi yapan motora aktarır.
  • Motora yardım: Elektrik ek olarak ivmelenme, sollama veya tırmanma anında motora yardımcı olmak için ek güç sağlar. Böylece daha küçük motor daha verimli kullanılabilir. Bazı araçlarda, motor tek başına içten yanmalı motorların en verimli düşük hızda bile sürüş koşulları için güç sağlar.
  • Otomatik Ateşleme/ Durma: Motoru araç duracağı zaman otomatik olarak kapar ve yeniden harekete geçmesi için güç uygulandığında çalıştırır. Böylece rölantide boşa giden enerji engellenir.  Ayrıca küresel ısınmaya somut çözümlerden biri olarak da görülmektedir. 
Piyasanın önde gelen firmaları hibrid otomobiller de seri üretime başlamışlardır. Hibrid otomobillerin çevre dostu araçlar olması Çevre Bakanlığını da harekete geçirmiş ve motor oranlarında ve emisyon ölçümünde düşük oranı veren arabaların araç vergisinin daha düşük olacağının açıklamıştır. Böylece hibrid otomobillerin sadece çevre dostu olmadığını ayrıca bütçemizin de dostu olduğunu bu şekilde anlamış bulunuyoruz. Sadece yeni nesil otomobiller değil mevcut otomobillerinde hibrid otomobillere dönüştürülmesi için çalışmalara başlanmıştır.  Daha temiz bir çevre için yakın zamanda tüm araçların hibrid teknoloji ile buluşması umuduyla...


Kaynaklar;






14 Aralık 2012 Cuma

Sürdürülebilirlik Kavramı ve Yeşil Mimari


‘’Sürdürülebilirlik’’ tek başına düşünüldüğünde dahi içerisinde pek çok şeyi barındıran bir kavram. Gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurabilmek adına insanoğlu varoluş anından beri sürekli bir çaba içinde. İlk çağlarda belki de tam olarak sırrını kavrayamadıkları doğa ile zaman zaman savaş içine girmiş doğayı kendi istediği biçime sokmaya çalışmıştır. Teknolojinin gelişimiyle beraber maalesef enerjinin ve kaynakların müsrifçe kullanılmasıyla yaşadığımız çevreye verilen zararlar artmıştır.  Zorunlu da olsa insanoğlunun var olan yaşam biçimini değiştirmesi gerektiği fikri yaygınlaşmıştır. Zira kaynakların bu kadar hızlı tüketilmesi gelecek nesillerin hayatlarını bir hayli olumsuz etkileyecektir. Farkındalığın artmasıyla son yıllarda sürdürülebilir kalkınma ön plana çıkmıştır. Sürdürülebilirlik kavramının genel hatları ilk olarak Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987’de yayınladığı “Our Common Future” ortak geleceğimiz isimli Brundtland Raporu’nda çizilmiştir. İnsan ile yaşadığı çevre arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, onların gelecek nesillere de aktarımını sağlayacak şekilde bugün ki ile gelecek yaşamın planlanması anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma pek çok boyutu olan kavramdır.  Sadece çevresel ya da ekonomik boyutunu düşünmek yanlış olur. Sürdürülebilirlik sosyal, çevresel, ekonomik, mekânsal ve kültürel boyutları ile düşünülmesi gereken bir kavramdır. Son yıllarda sürdürülebilir kalkınma konusunun sektörel politikalara girmesi için çok yönlü çalışmalar yürütülmektedir. Var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılarak devamlılığının sağlanması için her sektör kendi sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmaktadır.  Mevcut kaynakların doğru ve verimli şekilde kullanılması demişken bence en dikkat edilmesi gereken kaynakların başında enerji gelmektedir. Sürdürülebilir enerji kaynakları temel olarak yenilenebilir enerji kaynakları olarak da adlandırılır. Yenilenebilir enerji kaynakları hepimizin bildiği gibi rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji vb. gibi düşünülebilir.  Bu kaynaklar toplumun farklı alanlarında farklı sektörlerde kullanılmaktadır.

Dünyada Üretilen Enerjinin Farklı Sektörlere Göre Tüketimi

Dünyada üretilen enerjini %50 si binalarda kullanılmaktadır. Ayrıca dünyada üretilen malzemenin de % 50 si bina üretiminde kullanılmaktadır. (Cebeci,2005; Erengezgin, 2005 ). Dolayısıyla enerjinin verimliliğini arttırmak yapılaşmanın şehir planlamasının da doğru yapılmasına bağlıdır.  Bu nedenle son yıllarda “Yeşil mimari”, “sürdürülebilir enerji”, “ekolojik tasarım” gibi kavramlar, gündeminde hayli geniş bir yer tutmaya başladı. Yoğun bir yapılaşmanın gözlemlendiği düşünülürse haksız bir yerde sayılmaz. Yeşil Mimari sürdürülebilir mimari kavramı geçmiş mimari anlayışını da içinde barındıran küresel ısınma gibi çevre sorunlarına ve yoğun yapılaşmaya bağlı olarak meydana gelebilecek çevresel sorunlara, enerji kaynaklarının verimsiz kullanılmasına çözüm getiren planlı bir yapılaşma şekli olarak tanımlanmaktadır. Doğadan en verimli şekilde yaralanan ve enerji sarfiyatı yapmayan yapılaşma şeklidir. Sürdürülebilir genel olarak toprak korunumu, enerji korunumu, malzeme korunumu, su korunumu, atık miktarının azaltılması ve insan sağlığı ve konforu gibi ana başlıkları içinde barındırmaktadır.



Sürdürülebilir mimarlık (Sev, 2009)

Araştırmalar gösteriyor ki sürdürülebilir mimarlık kriterleri uygulama metotları incelendiğinde ilk başta maliyet yüksek gibi görünse de zaman içinde kaynakların doğru kullanımı ve enerji tasarrufu sayesinde ekonomik hale gelmektedir.
Sürdürülebilirlik kavramı yazının başında da belirttiğim gibi o kadar geniş bir kavram ki disiplinler arası bir doğaya sahip dolayısıyla pek çok alanda birden çözüm getirilmez ise bu konuda başarılı olmak pek de mümkün görünmüyor.

Toplamak gerekirse sürdürülebilirlik alanında yetkin farklı disiplinlerde meslek adamlarının yetiştirilmesi, uzmanlık alanları farklı kişilerin değişik platformlarda bir araya gelerek bu konuda standartların oluşturulması ve bu standartların değişik sektörlere adaptasyonuna önem verilmesi için teşvik edici yasa ve yönetmeliklerin düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır.

Kaynakça

Sev, A. ve Başarır, B., (2011). “Geçmişten Geleceğe Enerji Etkin Yüksek Yapılar ve Uygulama Örnekleri”, X. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi 13/16 Nisan, İzmir.
Sev, A., (2009), Sürdürülebilir Mimarlik, Yem, İstanbul.
H. Bege Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, İzmir Yüksek Yapılarda Sürdürülebilirlik, One Bryant Park Binası Örneği
SEV A., ÖZGEN A. 2003, “Yüksek Binalarda Sürdürülebilirlik ve Doğal Havalandırma”, Yapı Dergisi, Eylül 2003, S.262, s/92-99

Faydalanılan Linkler



Özgür GÜVENENLER








11 Aralık 2012 Salı

Bir Başarı Hikayesi…Türk Zeytin Üreticisi Firma ile Alman Enerji Firmasının Teknoloji Transferi

"Partnership Agreement’’, yani Avrupa İşletmeler Ağı içerisinde firmalarımızın yabancı firmalar ile işbirliği için anlaşma yapmaları. EBIC-Ege olarak nihai amacımız bölgeye katma değer sağlayacak ticari     işbirliklerinin ve teknoloji transferlerinin gerçekleştirilmesi. Bu kapsamda ağ içerisinde dikkat çekici, oluşturduğu katma değer açısından fark yaratacak projelere, işbirliklerine ise Success Story adını veriyoruz.  Ve kısa zaman önce bir ‘’Başarı Hikayemiz’’ yayımlandı, zeytin üreticisi bir firmamız ile Alman enerji firması arasında…

Peki Enterprise Europe Network (Avrupa İşletmeler Ağı) üzerinde Başarı Hikayesi olarak paylaşılan bu işbirliği nasıl oluştu?

Öncelikli olarak zeytin ve zeytinyağı üreticileri için büyük problem olan zeytin karasuyu (Olive Mill Waste Water – OMWW) için çözüm arayan Türk firmamızın teknoloji transferi işbirliği profilini ağ üzerinde oluşturduk. Sonrasında sektörler ilgili gruplarla ağ üzerinde paylaşımını yapıp yurtdışından ortak arayışına başladık. Aynı zamanda ağ üzerinde benzer işbirliği profilleri için tarama yapıp firmamızla bu profiller paylaştık. Bunlardan biri olan 12 DE 1699 3OOV referans numaralı profil için karşılıklı görüşmelerin başlamasını sağladık ve sonrasında firmaların görüşme talebinin üzerine İstanbul’da ‘’company mission’’ adını verdiğimiz bir ikili görüşme etkinliği düzenleyip bu etkinlikte firmalarımızı buluşturduk. Bunun sonrasında zeytin kara suyu üzerine teknoloji arayan firmamız ile Alman firma arasında görüşmeler devam etti ve sürdürülebilir biochar (Bitki atıklarından elde edilen kömür) üretimi üzerine işbirliğine varıldı.

Bu başarı hikâyesi kapsamında Avrupa Komisyonu yetkilileri tarafından haber niteliğinde kapsamlı bir çalışma yürütmek amacıyla 2 ofisle de görüşülüp bu işbirliği hakkında detaylı bilgi alındı.

Bu kadar kısa sürede bir işbirliğinin gerçekleşmesinde EBIC-Ege ofisiyle beraber Alman Enterprise Europe Network Ofisi de tüm yazışmalarda ve görüşmelerin sağlanmasında ortaklaşa faaliyet gösterdiler.

Bu başarı hikâyemiz, ağ üzerinde onaylanan işbirliği anlaşmalarımızdan sadece bir tanesi aslında. Eğer ki yeni yöntemler denemeye ve birlikte çalışmaya hazırsanız, herhangi bir problemine çözüm aramak isteyen firmalara tüm hizmetlerini ücretsiz sağlayan EBIC-Ege ofisi sizin için bir tek durak merkezi olacaktır…



Patent Savaşlarından Ne Öğreniyoruz?


Son zamanlarda özellikle bilişim sektöründe giderek hızlanan patent davaları ile firmaların birbirlerinin kuyusunu kazma döngüsü her kesimin gündemine girdi. Bu haberler kısmen doğru-kısmen yanlış bilgiler içerse de TV haberlerine de yansıyarak oturma odamıza kadar geldi. Konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler bile artık “patent” kelimesini sıklıkla kullanır oldu. Bunun önemli sebeplerinden biri de dünya üzerindeki akıllı telefon kullanan kişi sayısının yakın zamanda 1 milyar kişiyi bulacak olması. Dolayısıyla bu pazarda olup biten teknolojik veya hukuksal gelişmelerin dünyanın büyük çoğunluğunu ilgilendirmesi ve merak uyandırması. Patent algısının akıllı telefonlarla ne alakası var diyeceksiniz? Akıllı telefon pazarının en büyük oyuncularından Apple ve Samsung’un son aylarda birbirlerine patent davaları ile saldırmaları ve muhtemel cezaların milyar dolar seviyelerinde olması tüm medyanın gündemini uzun süre meşgul etti. (Tabi bu sektördeki savaşın diğer oyuncuları da birbirini yemeye devam ediyor.) Peki başta bu iki teknoloji devi olmak üzere firmaların patent davaları konusunda bu kadar agresif olmaları ne gibi sonuçlar doğuruyor?


Büyük firmalar yeni teknolojiler geliştirebilmek ve fikri mülkiyetlerini korumak için milyar dolarlar harcıyorlar. Ancak son zamanlarda durum öyle bir hal aldı ki ilk defa geçen sene Apple ve Google’ın patent davalarına harcağı para yaptıkları ar-ge harcamalarının üzerine çıkmış. İlk akla gelen masumca bir soru: davalara akıtılan bunca para ar-ge inovasyon çalışmalarına aktarılsaydı daha iyi olmaz mıydı? Global ekonomide marka değerinin, piyasadaki konumlanmanın ve teknolojide öncü olmanın önemi firmaların dava seçeneğini kullanmalarını zorunlu kılıyor bir anlamda. Meşhur davaya dönecek olursak, Apple kendisinin geliştirdiği patentli teknolojiyi Samsung’un herhangi bir lisans bedeli ödemeden kullanmasından dolayı dava açarak kendi prestijini korumaya çalışıyor. Bu teknolojinin ilk mucidinin kendisi olduğunu delilleriyle tüm dünyaya beyan ediyor aslında. Sonuç olarak jüri de Samsung’un Apple’ın patentlerini kopyaladığına karar verdi ve Samsung yaklaşık 1 milyar dolar cezaya mahkum oldu.

Peki bu savaşların sonucunda tüketici ne gibi zarar görüyor? Google kamu politikaları yöneticisi Pablo Chavez diyorki “Patent savaşlarının müşteriler için iyi olduğunu düşünmüyoruz. Sektör ve inovasyon için iyi olduğunu düşünmüyoruz”. Çünkü davalarda harcanan paralar veya mahkum oldukları cezalar doğrudan tüketiciye yansıyor. Yaşanan davaların tüketiciyi olumlu etkilediğini söylemek zor.

Teknik anlamda ise, bu patent kavgası bize firmaların birbirlerinin patentlerini ne ölçüde ciddiyetle ve titizlikle takip ettiklerini gösteriyor. Rakip patent analizi ve teknoloji izleme faaliyetleri ar-ge çalışanlarının neredeyse en önemli uğraşı haline gelmiş durumda. Türkiye’de de bu tür davaları görmeye başladığımızda, patent dokümanlarının teknik öneminin yanında yarattığı hukuksal avantajının da kullanılmaya başlandığını söyleyebileceğiz. Ancak davalardan yana değil, lisans anlaşmalarından yana olduğumuzu da belirtmekte fayda var.


10 Aralık 2012 Pazartesi

İnovasyon Merkez Projesi Kapsamında Girişimci Kuluçka Merkezi

Bu aralar İzmir’de buluşçuları ve girişimcileri sevindirecek bir projeye imza atıldı. Muhtemelen ilgililerin haberi vardır. İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) desteğiyle, İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi (İZTEKGEB) A.Ş’ de ‘İnovasyon Merkez Projesi’ hayata geçiyor. Proje kapsamında oluşturulacak ‘Girişimci Kuluçka Merkezi’ sayesinde yeni iş fikirlerinin can bulacağı bir ortam hazırlanıyor.

Adından da anlaşılacağı üzere amacı, insanları inovasyona yöneltmek ve yeni fikirlerin artarak hayat bulmasına katkı sağlamak olan projenin, en heyecan verici kısmı ise 2 yıl içinde oluşturulmuş olacak olan Kuluçka merkezlerinin yeni fikir sahiplerine sunacağı imkanlar ve kolaylıklar. Toplamda 5500m2 kapalı alana sahip olacak olan tesisin 2000m2 si yeni gelecek Ar-Ge firmalarına tahsis edilecek. Kuluçka Merkezi için ayrılmasına karar verilen alan ise 900m2 olacak.

Proje, iş fikri sahiplerinin en önemli sıkıntılarından olan maddi kaygıları da bir yere kadar bertaraf edebiliyor. Kuluçka Merkezine kabul edilen fikir sahipleri, 3 yıl boyunca elektrik, su, kira ve danışmanlık hizmetlerinden ücretsiz bir şekilde yararlanma imkânı bulacak.  Bu sayede çalışmaların, bir bütün olarak inovasyona ve gelişime odaklanabilmesi için gerekli ortam oluşturulmuş olacak.

İZKA tarafından 5 milyon 250 bin TL sinin karşılanacağı proje, 7 milyona TL ye tamamlanacağı belirtildi. Tesisi kullanacak girişimciler, inovatifler ve fikir babalarının yanı sıra, çeşitli alanlarda 300 kişiye de iş imkânı sağlanmış olacak.

Toparlamak gerekirse; inovasyonun, buluşların,  Ar-Ge faaliyetlerinin, ve beraberinde gelen rekabetin bu denli önemli olduğu günümüzde, bunun gibi projelere imza atılması herkes için çok önemli buluyorum. Ortak temenni bu tarz teşviklerin ve destekleyici faaliyetlerin artması ve arttırılmasıdır.

Hüsnü DEMİR