EBİLTEM blog sayfasına hoşgeldiniz.

Üniversite-Sanayi İşbirliği, Teknoloji Transferi, Patent, Avrupa Birliği Projeleri, Teknoloji Trendleri ve İnovasyon...

ShareThis

24 Aralık 2012 Pazartesi

San Francisco’dan Orta Avrupa’ya: Girişimcilikte Değişen Algılar, Kimlikler



Girişimciliğin kendine has bir ‘kültür’ ve ‘ekosistem’ üzerinde yükseldiği gerçeği ile tanıştıktan sonra politika yapıcılar boyutunda algının başarılı çekim noktalarına yönleneceğini hepimiz tahmin ediyorduk sanırım. Cumhurbaşkanının Amerika seyahati, bu seyahati takiben Silikon Vadisi ile kurulan bağlantıların artışı, teknogirişim desteği alan 10 girişimcinin vadiye gönderilmesi, ekosistem oluşturma konusunda atılan adımlar bu algı değişiminin somutlaştığı örneklerden sadece birkaçı.

Start-up ekosistemi olarak Amerika orijinli Silicon Valley ve Silicon Alley uzun süredir yalnız başlarına bu alanın lokomotifliğini yapmaktalar. Bu iki bölgenin diğer teknoloji hubları ile olan farkını ‘Startup Genome’un son çalışması ortaya koyar nitelikte. Startup ekosistemlerinin farklı parametrelerce değerlendirildiği kapsamlı çalışma bu iki bölgeyi ilk iki sıraya yerleştiriyor. En yakın rakipleri Londra ile aralarında da hatırı sayılır farklar mevcut.

Amerika’nın girişimcilik alanındaki liderliğini kabul etmekle beraber, krizle boğuşan Avrupa’nın kor halindeki girişimcilik hikayesi de yavaş yavaş harlanıyor. Economist’in ‘sefiller diye tanımladığı Avrupalı girişimcilerin durumu pek de Amerikalı derginin tanımladığı gibi değil aslında. İki dünya savaşına ev sahipliği yapmış topraklarda aşırı boyutlara ulaşmış risk algısı girişimcilik kültürüne oldukça zarar verdiği için, kıta genelinde kökleri eskiye dayanan girişimcilik sekteye uğradı. Yeni yeni düzelen bu algıya ek olarak ekosistemin öneminin kavranması ile öncelikle Londra, son zamanlarda da Berlin ve Münih odağında start-uplar hız ve güç kazanmaya başladı. Londra’nın daha bilinen ve eski bir örnek olmasından hareketle merceği Almanya’ya tutarak bu hareketlenmenin boyutlarına bir göz atalım:

Münih: Kimlik Değişimi

Tek başına bir ülke olsa Avrupa’nın 8. büyük ekonomisine sahip olacak olan Bavyera eyaletine başkentlik yapan Münih, bölgenin nimetlerinden yararlandıkça gücü artan bir şehir. Ekonomik olarak sahip olduğu gücün yanına güçlü bir uluslararası ulaşım ağını ekleyen Bavyera ve Münih, ağır sanayi ve tarımla özdeşleşmiş kimliğini ters yüz ederek yüksek teknolojili firmalara ev sahipliği yapan bir kimliğe büründü. Bu kimlik değişiminin izleri 1990’lara uzanıyor. Bu döneme kadar MAN, BMW gibi ağır topların liderliğinde ilerleyen bölge 90’ların ortalarında yaşadığı resesyon ile çıkmaza girdi. Kamu müdahalesi ile hayat verilen bölge doğru bir strateji ve finansman ile kabuk değiştirmeye başladı: ileri teknoloji-yüksek riske dayanan endüstri. Kamu bankalarının risk sermaye fonları yaratarak bu yeni endüstrinin yeni oyuncularını teşvik etmesi ile sistem ayakları üzerine oturmaya başladı.

Kamu müdahalesi ve risk sermayesi boyutlarına ek olarak bölgenin teknik bilgi kapasitesine de dikkat çekmek gerek. Zira risk sermayesinden bahsederken Amerika örneğinde işleyen model kalitesinde bir risk sermayesinden bahsetmiyoruz. Buradan doğan açığı bölgenin üst düzey üniversite ve araştırma kuruluşları kapatmaya çalışmaktalar. Fraunhofer, Münih Teknik Üniversitesi, Max Planck adlarını duymuş olanlarınızın sayısı oldukça fazladır sanırım…

Berlin: Şehrin Dinamizminin Girişimcilik ile Dansı

Münih özelinde Bavyera’nın ileri teknolojili endüstrilerinin bir tamamlayıcısı olarak Berlin, internet teknolojileri alanında start-uplara ev sahipliği ile sivrilmekle meşgul. Berlin’in dinamizmi, kültürel kodları, uygun fiyatlarda sunduğu yüksek yaşam kalitesi kendine has bir çekim noktası oluşturuyor. Siftahlayamamış olsak da okuduğumuz kadarıyla St. Oberholz Cafe örneğinden bahsetmenin yeridir diye düşünüyorum. Berlin’de bulunan iki katlı bu kafe mevcut ekosistemin küçük bir örneklemi gibi: rahat bir kafe ortamı, laptopları ile çalışan genç girişimciler, yetenek ve fikir arayan yatırımcılar, girişimin temellerinin atılabileceği ucuz apartman daireleri… Bugün 20 milyon kullanıcıya ulaşan SoundCloud, E-Bay’in 200 milyon dolar ödeyerek satın aldığı Brands4Friends gibi başarılı girişimler yolları Oberholz Cafe ile bir şekilde kesişenlerden birkaçı. 


Şehrin büründüğü bu yeni yapı, doğal olarak yatırımcıların ilgisini çekmekte. 2009’da 64 start-up 48 milyon dolar yatırım alırken, 2011’in ilk 3 çeyreğinde 81 start-up için 136 milyon dolarlık yatırım sağlandı. Bu finansal akışın orijinleri de Kaliforniya’dan Londra’ya geniş bir yelpazede uzanan melek yatırımcılar ve risk sermayeleri.

Almanya özelinden çıkarak resmin tamamına bakacak olursak; öncelikle girişimcilik ekosistemi ve kültürü açısından transatlantik boyutta halen ciddi bir fark olduğunun altını çizmek gerekir. İstatistikle ifade etmek gerekirse; Silikon Vadisi’nin ekosistemi Londra’nın ekosisteminden 4,5, Berlin’in ekosisteminden ise 12 kat daha büyük durumda. İkinci bir unsur olarak ileri teknolojili sektörlerde ve internet girişimlerinde büyük oyuncuların tamamı halen Amerika’da yer alıyor. Avrupa bu pencereden bakıldığında emekleme evresinde. Eski kıta için pozitif olan nokta ise geçmişe kıyasla Avrupa için bir heyecan yaratılmış durumda. Aradaki fark kapanır mı kapanmaz mı bilinmez ama yetenekli girişimciler, melek yatırımcılar, risk sermayesi grupları ve yazılımcılar Avrupa için istenilen ekosistemi yavaş yavaş yaratıyorlar.





19 Aralık 2012 Çarşamba

Ar-Ge Yatırımlarımız Artıyor: Peki 2023 Hedefleri Ne Kadar Yakın?



Türkiye’de “Ar-Ge ve İnovasyon” kavramları, biz daha inovasyonu Türkçeleştirmeye çalışırken iyice hayatımızın bir parçası haline geldi. Avrupa İşletmeler Ağı’nın (EEN) dahil olduğu 51 Ülkenin birçoğunda katıldığımız toplantılarda hep ortak sorunları tartışarak iyi uygulamaları birbirimize uygulamaya çalışıyoruz. Yalnız bizde de değil bütün dünyada aynı şeyler tartışılıyor. Ve sonuç olarak herkes yeni pazarlar bulmak, Ar-Ge yatırımlarını arttırmak ve bunların hızla geri dönüşlerini almak istiyor. Ve evet, Türkiye son yıllarda özellikle Avrupa’nın kendi içinde kriz ile boğuştuğu günlerde büyük bir potansiyel olarak görülüyor.
Peki, Türkiye’de gerçekten bir şeyler değişiyor mu yoksa kötünün iyisi bir konumda mıyız? Aslında Ar-Ge ve inovasyon göstergeleri olarak sayılabilecek Ar-Ge harcamaları TÜBİTAK’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı son rakamlara göre 2011 yılında %20.4’lük bir artış göstermiştir. Tabii asıl önemli olan gösterge Ar-Ge harcamalarının GSYİH (Gayri Safi Yurt içi Hâsıla)’deki yüzdesi 0,84’ten 0,86’ya yükselmiştir.  2004 yılından beri kazanmış olduğu ivmeyi son 3 yıldır kaybetmiş gözüken Türkiye için 2023 stratejisinde konulan %3 hedefinin de gerçekliğinin tartışmaya açık olduğu aşikârdır.

Diğer bir önemli göstergede, yine 2011 yılına göre Tam Zaman Eşdeğer(TZE) Ar-Ge Personeli sayısı 92 bine, TZE Araştırmacı sayısı 72 bine ulaşmıştır. Bu noktada TZE Ar-GE Personeli sayısında 2010 yılına göre %13,5’luk bir artış gözlenmektedir.

Günümüzde, Avrupa’daki kriz ve Apple, Nokia gibi firmaların haberleri ile iyice popüler hale gelen FMH (Fikri Mülkiyet Hakları), artık ülkelerin yeni ortak odakları olmuş gözüküyor. Bizde de durum aynı aslında, 2002 yılından beri gözlenen yükselen artış grafiği yerel patent başvurularında da devam ediyor. Ancak ülkelerin beklentileri bu patentler ile yeni pazarlar yaratma bunları lisanslamak veya sağladığı haklarla pazarlarda avantaj sağlamak olunca, yerel korumanın yanında dış pazarları da hedeflemek gerekiyor. Bu durumda özellikle EPC ve PCT başvurularının son 3 yılda göstermiş olduğu hareketlilik yapılan Ar-Ge çalışmalarının kalitesinin arttığını ve ticarileştirme açısından sınırları aşabilecek bazı atılımların da gerçekleştiğini göstermektedir. Tabii hareketlilik olarak verdiğimiz rakamlar henüz 2011 yılı için 43 PCT ve 82 EPC başvurusu olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada artış yüzdeleri geçtiğimiz yıllara oranla fazla olsa da dikkate alınması toplamın azlığı nedeni ile anlamsızdır.

Türkiye’de mevcut durum göstergeleri bir artışı gösterse de 2023 hedefleri için ivmenin yakalanamadığı görülmektedir.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan Türkiye Üniversite Endeksi bu ivmeyi etkilemeye aday gibi gözüküyor. Her ne kadar kullanılan göstergeler ve sıralamalar hala tartışılıyor olsa da Türkiye’de ilk defa üniversiteler, üniversite sınavları dışında sıralamaya sokulmuş ve bir rekabetin de başlama düdüğü çalınmıştır. Şuan Türkiye’de bulunan 172 üniversiteden girişimcilik ve inovasyon aktivitelerini dikkate alarak ilk 50’yi belirleyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı her yıl açıklayacağı bu endeks ile üniversiteler arasında yaratacağı rekabetin olumlu çıktılarını alacaktır.

Nitekim yine son aylarda önemli bir konu olan Üniversitelerde Teknoloji Transfer Ofislerinin kurulması için açıklanan TÜBİTAK 1513 hibe programına başvuru için getirilen “Üniversite Endeksinde” ilk 50’de olma ön şartı endeksin önemini arttırmış ve üniversitelerin FMH, Ar-Ge, girişimcilik ve inovasyon konularında ivedi olarak atılımlar içine girmesini sağlamıştır.

Ar-Ge ve inovasyon konusunda hala yönümüzün pozitif olduğu görülüyor. Ancak İsrail, Kore gibi küçük ülkelerden büyük değerlerin çıkmasını sağladığı artık kabul edilen inovasyonun yine bu ülkelerdeki gibi Ar-Ge yatırımları ile desteklenmesi gerekmektedir.


Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr


Kaynak:
Türkiye Bilim, Teknoloji ve Yenilik Sistemi ve Performans Göstergeleri 2010
World Intellectual Property Indicators, 2012
EUREKA, Turkey Profile 2010
ERAWATCH COUNTRY REPORTS 2011: Turkey
İstatistik: TÜBİTAK, Turkstat, TPE



17 Aralık 2012 Pazartesi

Doğa Dostu Hibridler




Günümüzde artık doğal kaynakların yavaş yavaş tükenmesi, dünya ekonomisinin dar boğaza girmesi ve daha da önemlisi doğamızın günden güne kötü hale gelmesi, onu daha temiz bir hale getirmek için her sektörde olduğu gibi otomobil sektöründe de yeni arayışlara girilmesini sağlamıştır. Otomobil sektöründe söz sahibi olan firmaların öncülük ettiği yeni nesil otomobiller sadece benzinli ya da dizel olarak üretilmemekte, onun yerine doğa dostu olan hibrid otomobiller üretilmeye başlamıştır. Hibrid’in kelime anlamı iki farklı güç kaynağının bir arada bulunması anlamına gelmektedir. 

Hibrid otomobil nedir?

Bu araçların asıl amacı benzin sarfiyatını azaltmak ve doğaya salınan kötü gazların önüne geçmektir. Sıkışık trafikte motor hızının düşük olduğu anlarda, benzin motoru yerine elektrik motorunu devreye sokmakta bunun sayesinde sıfır emisyon salımını sağlamaktadır. Bu araçların elektrikli olması şarj edilmesini gerektirmemektedir. Motorun çalışması için gerekli enerji benzin motoru çalıştırıldığı zamanlarda ya da frenleme sırasında akülere sarj edilmektedir. Hibrid teknolojilerin sağladığı ileri teknolojilerden bazıları ise;

  • Yenilenen frenleme: Elektrik motoru tekerleri yavaşlatmak için aktarma organlarına direnç uygular. Buna karşılık tekerleklerden gelen enerji, frenleme veya durma esnasında aküden kaynaklanan depo enerjiyi elektrik enerjisine çevirerek bir jeneratör görevi yapan motora aktarır.
  • Motora yardım: Elektrik ek olarak ivmelenme, sollama veya tırmanma anında motora yardımcı olmak için ek güç sağlar. Böylece daha küçük motor daha verimli kullanılabilir. Bazı araçlarda, motor tek başına içten yanmalı motorların en verimli düşük hızda bile sürüş koşulları için güç sağlar.
  • Otomatik Ateşleme/ Durma: Motoru araç duracağı zaman otomatik olarak kapar ve yeniden harekete geçmesi için güç uygulandığında çalıştırır. Böylece rölantide boşa giden enerji engellenir.  Ayrıca küresel ısınmaya somut çözümlerden biri olarak da görülmektedir. 
Piyasanın önde gelen firmaları hibrid otomobiller de seri üretime başlamışlardır. Hibrid otomobillerin çevre dostu araçlar olması Çevre Bakanlığını da harekete geçirmiş ve motor oranlarında ve emisyon ölçümünde düşük oranı veren arabaların araç vergisinin daha düşük olacağının açıklamıştır. Böylece hibrid otomobillerin sadece çevre dostu olmadığını ayrıca bütçemizin de dostu olduğunu bu şekilde anlamış bulunuyoruz. Sadece yeni nesil otomobiller değil mevcut otomobillerinde hibrid otomobillere dönüştürülmesi için çalışmalara başlanmıştır.  Daha temiz bir çevre için yakın zamanda tüm araçların hibrid teknoloji ile buluşması umuduyla...


Kaynaklar;






14 Aralık 2012 Cuma

Sürdürülebilirlik Kavramı ve Yeşil Mimari


‘’Sürdürülebilirlik’’ tek başına düşünüldüğünde dahi içerisinde pek çok şeyi barındıran bir kavram. Gelişen ve değişen dünyaya ayak uydurabilmek adına insanoğlu varoluş anından beri sürekli bir çaba içinde. İlk çağlarda belki de tam olarak sırrını kavrayamadıkları doğa ile zaman zaman savaş içine girmiş doğayı kendi istediği biçime sokmaya çalışmıştır. Teknolojinin gelişimiyle beraber maalesef enerjinin ve kaynakların müsrifçe kullanılmasıyla yaşadığımız çevreye verilen zararlar artmıştır.  Zorunlu da olsa insanoğlunun var olan yaşam biçimini değiştirmesi gerektiği fikri yaygınlaşmıştır. Zira kaynakların bu kadar hızlı tüketilmesi gelecek nesillerin hayatlarını bir hayli olumsuz etkileyecektir. Farkındalığın artmasıyla son yıllarda sürdürülebilir kalkınma ön plana çıkmıştır. Sürdürülebilirlik kavramının genel hatları ilk olarak Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nun 1987’de yayınladığı “Our Common Future” ortak geleceğimiz isimli Brundtland Raporu’nda çizilmiştir. İnsan ile yaşadığı çevre arasında denge kurarak doğal kaynakları tüketmeden, onların gelecek nesillere de aktarımını sağlayacak şekilde bugün ki ile gelecek yaşamın planlanması anlamını taşımaktadır. Sürdürülebilir kalkınma pek çok boyutu olan kavramdır.  Sadece çevresel ya da ekonomik boyutunu düşünmek yanlış olur. Sürdürülebilirlik sosyal, çevresel, ekonomik, mekânsal ve kültürel boyutları ile düşünülmesi gereken bir kavramdır. Son yıllarda sürdürülebilir kalkınma konusunun sektörel politikalara girmesi için çok yönlü çalışmalar yürütülmektedir. Var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılarak devamlılığının sağlanması için her sektör kendi sorumluluğunu yerine getirmeye çalışmaktadır.  Mevcut kaynakların doğru ve verimli şekilde kullanılması demişken bence en dikkat edilmesi gereken kaynakların başında enerji gelmektedir. Sürdürülebilir enerji kaynakları temel olarak yenilenebilir enerji kaynakları olarak da adlandırılır. Yenilenebilir enerji kaynakları hepimizin bildiği gibi rüzgar enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji vb. gibi düşünülebilir.  Bu kaynaklar toplumun farklı alanlarında farklı sektörlerde kullanılmaktadır.

Dünyada Üretilen Enerjinin Farklı Sektörlere Göre Tüketimi

Dünyada üretilen enerjini %50 si binalarda kullanılmaktadır. Ayrıca dünyada üretilen malzemenin de % 50 si bina üretiminde kullanılmaktadır. (Cebeci,2005; Erengezgin, 2005 ). Dolayısıyla enerjinin verimliliğini arttırmak yapılaşmanın şehir planlamasının da doğru yapılmasına bağlıdır.  Bu nedenle son yıllarda “Yeşil mimari”, “sürdürülebilir enerji”, “ekolojik tasarım” gibi kavramlar, gündeminde hayli geniş bir yer tutmaya başladı. Yoğun bir yapılaşmanın gözlemlendiği düşünülürse haksız bir yerde sayılmaz. Yeşil Mimari sürdürülebilir mimari kavramı geçmiş mimari anlayışını da içinde barındıran küresel ısınma gibi çevre sorunlarına ve yoğun yapılaşmaya bağlı olarak meydana gelebilecek çevresel sorunlara, enerji kaynaklarının verimsiz kullanılmasına çözüm getiren planlı bir yapılaşma şekli olarak tanımlanmaktadır. Doğadan en verimli şekilde yaralanan ve enerji sarfiyatı yapmayan yapılaşma şeklidir. Sürdürülebilir genel olarak toprak korunumu, enerji korunumu, malzeme korunumu, su korunumu, atık miktarının azaltılması ve insan sağlığı ve konforu gibi ana başlıkları içinde barındırmaktadır.



Sürdürülebilir mimarlık (Sev, 2009)

Araştırmalar gösteriyor ki sürdürülebilir mimarlık kriterleri uygulama metotları incelendiğinde ilk başta maliyet yüksek gibi görünse de zaman içinde kaynakların doğru kullanımı ve enerji tasarrufu sayesinde ekonomik hale gelmektedir.
Sürdürülebilirlik kavramı yazının başında da belirttiğim gibi o kadar geniş bir kavram ki disiplinler arası bir doğaya sahip dolayısıyla pek çok alanda birden çözüm getirilmez ise bu konuda başarılı olmak pek de mümkün görünmüyor.

Toplamak gerekirse sürdürülebilirlik alanında yetkin farklı disiplinlerde meslek adamlarının yetiştirilmesi, uzmanlık alanları farklı kişilerin değişik platformlarda bir araya gelerek bu konuda standartların oluşturulması ve bu standartların değişik sektörlere adaptasyonuna önem verilmesi için teşvik edici yasa ve yönetmeliklerin düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır.

Kaynakça

Sev, A. ve Başarır, B., (2011). “Geçmişten Geleceğe Enerji Etkin Yüksek Yapılar ve Uygulama Örnekleri”, X. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi 13/16 Nisan, İzmir.
Sev, A., (2009), Sürdürülebilir Mimarlik, Yem, İstanbul.
H. Bege Dokuz Eylül Üniversitesi, Mimarlık Bölümü, İzmir Yüksek Yapılarda Sürdürülebilirlik, One Bryant Park Binası Örneği
SEV A., ÖZGEN A. 2003, “Yüksek Binalarda Sürdürülebilirlik ve Doğal Havalandırma”, Yapı Dergisi, Eylül 2003, S.262, s/92-99

Faydalanılan Linkler



Özgür GÜVENENLER








11 Aralık 2012 Salı

Bir Başarı Hikayesi…Türk Zeytin Üreticisi Firma ile Alman Enerji Firmasının Teknoloji Transferi

"Partnership Agreement’’, yani Avrupa İşletmeler Ağı içerisinde firmalarımızın yabancı firmalar ile işbirliği için anlaşma yapmaları. EBIC-Ege olarak nihai amacımız bölgeye katma değer sağlayacak ticari     işbirliklerinin ve teknoloji transferlerinin gerçekleştirilmesi. Bu kapsamda ağ içerisinde dikkat çekici, oluşturduğu katma değer açısından fark yaratacak projelere, işbirliklerine ise Success Story adını veriyoruz.  Ve kısa zaman önce bir ‘’Başarı Hikayemiz’’ yayımlandı, zeytin üreticisi bir firmamız ile Alman enerji firması arasında…

Peki Enterprise Europe Network (Avrupa İşletmeler Ağı) üzerinde Başarı Hikayesi olarak paylaşılan bu işbirliği nasıl oluştu?

Öncelikli olarak zeytin ve zeytinyağı üreticileri için büyük problem olan zeytin karasuyu (Olive Mill Waste Water – OMWW) için çözüm arayan Türk firmamızın teknoloji transferi işbirliği profilini ağ üzerinde oluşturduk. Sonrasında sektörler ilgili gruplarla ağ üzerinde paylaşımını yapıp yurtdışından ortak arayışına başladık. Aynı zamanda ağ üzerinde benzer işbirliği profilleri için tarama yapıp firmamızla bu profiller paylaştık. Bunlardan biri olan 12 DE 1699 3OOV referans numaralı profil için karşılıklı görüşmelerin başlamasını sağladık ve sonrasında firmaların görüşme talebinin üzerine İstanbul’da ‘’company mission’’ adını verdiğimiz bir ikili görüşme etkinliği düzenleyip bu etkinlikte firmalarımızı buluşturduk. Bunun sonrasında zeytin kara suyu üzerine teknoloji arayan firmamız ile Alman firma arasında görüşmeler devam etti ve sürdürülebilir biochar (Bitki atıklarından elde edilen kömür) üretimi üzerine işbirliğine varıldı.

Bu başarı hikâyesi kapsamında Avrupa Komisyonu yetkilileri tarafından haber niteliğinde kapsamlı bir çalışma yürütmek amacıyla 2 ofisle de görüşülüp bu işbirliği hakkında detaylı bilgi alındı.

Bu kadar kısa sürede bir işbirliğinin gerçekleşmesinde EBIC-Ege ofisiyle beraber Alman Enterprise Europe Network Ofisi de tüm yazışmalarda ve görüşmelerin sağlanmasında ortaklaşa faaliyet gösterdiler.

Bu başarı hikâyemiz, ağ üzerinde onaylanan işbirliği anlaşmalarımızdan sadece bir tanesi aslında. Eğer ki yeni yöntemler denemeye ve birlikte çalışmaya hazırsanız, herhangi bir problemine çözüm aramak isteyen firmalara tüm hizmetlerini ücretsiz sağlayan EBIC-Ege ofisi sizin için bir tek durak merkezi olacaktır…



Patent Savaşlarından Ne Öğreniyoruz?


Son zamanlarda özellikle bilişim sektöründe giderek hızlanan patent davaları ile firmaların birbirlerinin kuyusunu kazma döngüsü her kesimin gündemine girdi. Bu haberler kısmen doğru-kısmen yanlış bilgiler içerse de TV haberlerine de yansıyarak oturma odamıza kadar geldi. Konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler bile artık “patent” kelimesini sıklıkla kullanır oldu. Bunun önemli sebeplerinden biri de dünya üzerindeki akıllı telefon kullanan kişi sayısının yakın zamanda 1 milyar kişiyi bulacak olması. Dolayısıyla bu pazarda olup biten teknolojik veya hukuksal gelişmelerin dünyanın büyük çoğunluğunu ilgilendirmesi ve merak uyandırması. Patent algısının akıllı telefonlarla ne alakası var diyeceksiniz? Akıllı telefon pazarının en büyük oyuncularından Apple ve Samsung’un son aylarda birbirlerine patent davaları ile saldırmaları ve muhtemel cezaların milyar dolar seviyelerinde olması tüm medyanın gündemini uzun süre meşgul etti. (Tabi bu sektördeki savaşın diğer oyuncuları da birbirini yemeye devam ediyor.) Peki başta bu iki teknoloji devi olmak üzere firmaların patent davaları konusunda bu kadar agresif olmaları ne gibi sonuçlar doğuruyor?


Büyük firmalar yeni teknolojiler geliştirebilmek ve fikri mülkiyetlerini korumak için milyar dolarlar harcıyorlar. Ancak son zamanlarda durum öyle bir hal aldı ki ilk defa geçen sene Apple ve Google’ın patent davalarına harcağı para yaptıkları ar-ge harcamalarının üzerine çıkmış. İlk akla gelen masumca bir soru: davalara akıtılan bunca para ar-ge inovasyon çalışmalarına aktarılsaydı daha iyi olmaz mıydı? Global ekonomide marka değerinin, piyasadaki konumlanmanın ve teknolojide öncü olmanın önemi firmaların dava seçeneğini kullanmalarını zorunlu kılıyor bir anlamda. Meşhur davaya dönecek olursak, Apple kendisinin geliştirdiği patentli teknolojiyi Samsung’un herhangi bir lisans bedeli ödemeden kullanmasından dolayı dava açarak kendi prestijini korumaya çalışıyor. Bu teknolojinin ilk mucidinin kendisi olduğunu delilleriyle tüm dünyaya beyan ediyor aslında. Sonuç olarak jüri de Samsung’un Apple’ın patentlerini kopyaladığına karar verdi ve Samsung yaklaşık 1 milyar dolar cezaya mahkum oldu.

Peki bu savaşların sonucunda tüketici ne gibi zarar görüyor? Google kamu politikaları yöneticisi Pablo Chavez diyorki “Patent savaşlarının müşteriler için iyi olduğunu düşünmüyoruz. Sektör ve inovasyon için iyi olduğunu düşünmüyoruz”. Çünkü davalarda harcanan paralar veya mahkum oldukları cezalar doğrudan tüketiciye yansıyor. Yaşanan davaların tüketiciyi olumlu etkilediğini söylemek zor.

Teknik anlamda ise, bu patent kavgası bize firmaların birbirlerinin patentlerini ne ölçüde ciddiyetle ve titizlikle takip ettiklerini gösteriyor. Rakip patent analizi ve teknoloji izleme faaliyetleri ar-ge çalışanlarının neredeyse en önemli uğraşı haline gelmiş durumda. Türkiye’de de bu tür davaları görmeye başladığımızda, patent dokümanlarının teknik öneminin yanında yarattığı hukuksal avantajının da kullanılmaya başlandığını söyleyebileceğiz. Ancak davalardan yana değil, lisans anlaşmalarından yana olduğumuzu da belirtmekte fayda var.


10 Aralık 2012 Pazartesi

İnovasyon Merkez Projesi Kapsamında Girişimci Kuluçka Merkezi

Bu aralar İzmir’de buluşçuları ve girişimcileri sevindirecek bir projeye imza atıldı. Muhtemelen ilgililerin haberi vardır. İzmir Kalkınma Ajansı (İZKA) desteğiyle, İzmir Teknoloji Geliştirme Bölgesi (İZTEKGEB) A.Ş’ de ‘İnovasyon Merkez Projesi’ hayata geçiyor. Proje kapsamında oluşturulacak ‘Girişimci Kuluçka Merkezi’ sayesinde yeni iş fikirlerinin can bulacağı bir ortam hazırlanıyor.

Adından da anlaşılacağı üzere amacı, insanları inovasyona yöneltmek ve yeni fikirlerin artarak hayat bulmasına katkı sağlamak olan projenin, en heyecan verici kısmı ise 2 yıl içinde oluşturulmuş olacak olan Kuluçka merkezlerinin yeni fikir sahiplerine sunacağı imkanlar ve kolaylıklar. Toplamda 5500m2 kapalı alana sahip olacak olan tesisin 2000m2 si yeni gelecek Ar-Ge firmalarına tahsis edilecek. Kuluçka Merkezi için ayrılmasına karar verilen alan ise 900m2 olacak.

Proje, iş fikri sahiplerinin en önemli sıkıntılarından olan maddi kaygıları da bir yere kadar bertaraf edebiliyor. Kuluçka Merkezine kabul edilen fikir sahipleri, 3 yıl boyunca elektrik, su, kira ve danışmanlık hizmetlerinden ücretsiz bir şekilde yararlanma imkânı bulacak.  Bu sayede çalışmaların, bir bütün olarak inovasyona ve gelişime odaklanabilmesi için gerekli ortam oluşturulmuş olacak.

İZKA tarafından 5 milyon 250 bin TL sinin karşılanacağı proje, 7 milyona TL ye tamamlanacağı belirtildi. Tesisi kullanacak girişimciler, inovatifler ve fikir babalarının yanı sıra, çeşitli alanlarda 300 kişiye de iş imkânı sağlanmış olacak.

Toparlamak gerekirse; inovasyonun, buluşların,  Ar-Ge faaliyetlerinin, ve beraberinde gelen rekabetin bu denli önemli olduğu günümüzde, bunun gibi projelere imza atılması herkes için çok önemli buluyorum. Ortak temenni bu tarz teşviklerin ve destekleyici faaliyetlerin artması ve arttırılmasıdır.

Hüsnü DEMİR

22 Kasım 2012 Perşembe

Atlantik’in İki Yakasından: Patent Sistemleri ve Gelecek Tartışmaları

Küresel çapta etki gösteren büyük değişimlerin çıkış noktasına ulaşmak için öncelikle Atlantik’in iki yakasına bakılması gerektiği, dünya tarihi boyunca sayısız kez tecrübe edilmiş olsa gerek. Önemi giderek artan fikri mülkiyet politikaları için de Atlantik’in iki yakasında yeni ve alışılmışın ötesinde gelişmeler yaşanıyor.
Avrupa ve Amerika küresel denge politikasının bir sonucu olarak önemli birçok konuda farklı kutuplarda konuşlanmışlardır. Patent dünyası açısından da bu durum geçerliydi. Fakat son gelişmeler sonrası yıllardır kullanılan köklü sistemler birbirlerine doğru adım atmaktalar. 16 Eylül 2011’de Başkan Obama’nın imzaladığı Leahy-Smith America Invents Act (AIA), Atlantik’in kuzeyi açısından kırılmanın gerçekleştiği an oldu. Yasa ile uzun yıllardır değiştirilmeden uygulanan Patent Kanunu Amerika adına ilk kez büyük bir revizyondan geçmiş oldu. Amerika’da bu gelişmeler yaşanırken Kıta Avrupası’nda da yaklaşık 30 yıldır mücadelesi verilen birleşik patent sistemi için önemli adımlar atılmakta. Bu iki değişimin detaylarına ve yaratacağı potansiyel değişikliklere geçmeden önce kırılmanın sebebinden bahsedelim. Öncelikle iki model arasındaki farkın yılda yaklaşık 6 milyar $’lık bir kayba yol açtığı tahmin ediliyor. Yakınlaşmanın beraberinde getireceği maddi kazancın yanında başvuru süreçlerindeki harmonizasyon ile her iki taraf için de süreçlerin basitleşmesi ve teşvik edilmesi söz konusu. Bu basit sistematiğin inovatiflik üzerinde çarpan etkisi yaratarak uzun vadede katkı sağlaması bekleniyor.
Amerika: Yıllar sonra gelen değişim
16 Mart 2013 tarihi ile birlikte Amerikan patent sistemi bahsi geçen yasa ile köklü değişikliklere uğramış olacak. En büyük değişiklik kuşkusuz patent sahipliğine ilişkin. ‘First to Invent’ modelinden ‘First to File or Publish’ modeline geçiş olarak tanımlanan değişim ile başvuru aşamasında ‘önce başvurana’ öncelik tanıyan modele geçiş yaşandı. Böylece aynı buluş üzerinde hak iddia eden iki buluşçudan önce başvuran patent alma hakkı kazanacak. Eski sistemde USPTO bu çatışma durumlarına müdahil olarak belirli kriterlere göre (diligence / reduction to practice / evidence of conception) inceleme gerçekleştirmekteydi. Bu model Avrupa kıtasına hakim ‘first to file’ modeli ile aynı gibi gözükse de Amerikan modelindeki ‘hoşgörü süresi’(grace period) önemli bir fark yaratmaya devam etmektedir. Değişiklik paketinin içine dahil edilmeyerek korunmaya devam eden hoşgörü süresi, buluşun açıklanmasından sonra buluş sahibine başvuru için 1 yıllık bir marj sağlamaktadır. Bu durumu ‘first to file’ modeli ile birleştirdiğimizde Amerikan patent sisteminin kendine has yeni modeli ile karşılaşmış oluyoruz. Küçük bir örnekle görselleştirmek gerekirse; buluşçu A, hoşgörü süresine dayanarak B’nin kendisinden önce yaptığı başvuruyu geçersiz kılarak kendi başvuru hakkını koruyabilecektir. Yani yayın düzleminde bir esneklik sağlanmış durumdadır.
Avrupa Birliği: Sadeleştirme
Avrupa Birliği’nin entegrasyon tarihçesi, önce düğümler atıp sonradan basitleştirme çabalarının da bir tarihçesidir aslında. Yapısal fonlardan sosyal destek mekanizmalarına kadar tüm konularda bu eğilimi kolayca fark edebilmekteyiz. Patent dünyası için de yaklaşık 40 yıldır devam eden bir basitleştirme savaşının sonuna gelmek üzereyiz. Halen yürürlükte olan sistemde Münih merkezli Avrupa Patent Ofisi üzerinden Avrupa çapında patent başvurusu yapmak mümkün. Sistemin sorunlu kısmı bu başvurunun koruma talep edilen ülke dillerine çevrilmesi. Zira ilk başvuru İngilizce, Almanca veya Fransızca dillerinden birinde yapılabilmekte. Bu da Avrupa çapı için patent başına maliyeti ortalama 32.000 €’ya yükseltiyor. ABD için maliyetin 1.850 € civarında gezindiğini düşünürsek aradaki farkı daha kolayca anlayabiliriz.
Konsey’in 2011 yılında yeşil ışık yaktığı Avrupa Birliği Patenti (unitary patent) ile buluşçular yine EPO üzerinden İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde patent başvurusu yapabilecek ve tescil sonrası tercihe bağlı olarak ek çeviriye ihtiyaç duymadan patent sistemindeki tüm ülkelerde tek tescil ve hukuki yaptırım gücü kazanacak. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde İspanya ve İtalya dışında kalan 25 ülke sisteme dahil olmak istediklerini beyan etmiş durumdalar.  ‘Avrupa Patenti’ adıyla bildiğimiz mevcut sistem de bir opsiyon olarak korunmaya devam edecek. Toparlarsak tescil sonrası buluşçu;
  • Avrupa Patenti opsiyonunu seçerek istediği ülkelerde koruma sağlama yolunu,
  • Avrupa Birliği Patentini seçerek simultane şekilde 25 ülkede bölgesel bir koruma sağlama yolunu,
tercih edebilecektir. Yeni modelin odak merkezleri de uzun politik mücadeleler sonrası belirlendi. Buna göre ‘Avrupa Patent Mahkemesi’nin merkezi Paris’te yer alacak.  Münih ve Londra’da da alt ofisler yer alacak. Bu ofisler sırasıyla makine mühendisliği ve eczacılık / kimya ile ilgili patentler üzerinde çalışacak.     
    
Yakınlaşma  
Atlantik’in iki yakasında yaşanan bu gelişmeler önemli bir pozisyon değişikliği. Japonya ile birlikte inovasyona yön veren iki odak merkezinin birbirine yakınlaşan patent sistemleri, ticari ve ekonomik dengeler üzerinde somut izler bırakacaktır. Halen hoşgörü süresi gibi önemli farklar bulunsa da gelinen nokta, daha fazla yakınlaşma için umut vericidir. Küresel rekabette Çin, Hindistan gibi aktörlerin yeni pozisyonları Atlantik’in iki yakasındaki eski oyuncuları el sıkışmaya zorlamakta.
Kısacası küresel piyasalar küresel koruma mekanizmalarını zorunlu kılıyor.
Mevcut sistemler de küresel bir modele doğru evrimleşerek bu zorunluluğa adapte olmaya çalışıyor…

Semih ERDEN
                                                                                                                                                        


İNOVİZ İzmir Sağlık Kümelenmesi Derneği ve İlk Toplantı


İNOVİZ İzmir Sağlık Kümelenmesi Derneği ‘nin ilk yönetim kurulu toplantısı 3 Kasım 2012 tarihinde İzmir Palas Otel’de yapılmıştır. Toplantı on altı kurucu üyenin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve İzmir’deki medikal firmalar derneğin kurucu üyelerini oluşturmaktadır. Derneğin amacı İzmir’deki sağlık alanındaki firmaları bir araya getirerek bir kümelenme harekâtı başlatıp; İzmir’i Türkiye’nin ve Dünyanın sağlık başkenti haline getirmektir.

Günümüzde artık firmaların tek başlarına pazara hâkim olması ve büyümesi oldukça güçleşmiştir. Bunun yanında firmaların bir küme oluşturarak hareket etmesi, birbirlerinden güç alması ve rekabet öncesi Ar-Ge çalışmalarını birlikte yapmaları firmaları güçlendirmektedir. Bir şemsiye kuruluş altında firmalar hem etrafında olup bitenden haberdar olmakta hem de birlikte hareket ederek piyasada öncelik kazanabilmektedirler.

Kümelenme hareketinin bir diğer yüzü de kümelenmeye verilen devlet destekleridir. Kümelenmelerin, bölgesel kalkınmadaki önemini fark eden hemen her ülke mevcut kümelerin gelişimini sağlamak ve küme gelişimine uygun ortam yaratmak amacı ile hem bölgesel hem de ulusal bazda değişik ekonomik programlar uygulamaktadır. Şu anda kümelenme ile ilgili Ekonomi Bakanlığının ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının destekleri bulunmaktadır.

Dernek kurucu üyeleri içerisinde üniversitelerin de bulunması Üniversite –Sanayi işbirliği açısından da oldukça önem taşımaktadır. İlerleyen zamanlarda küme paydaşları daha fazla kamu kurumunun katılması ile daha kapsamlı projelerin sunulması olanağını da arttıracaktır. 

Toplantıda alınan kararlardan belki de en önemlisi kümenin devamlılığının sağlanması adına en kısa zamanda devlet destekleri için proje yazılması olmuştur. Yazılan projelerin kabul edilmesi halinde kümeyi oluşturan firmalar bir ayrıcalık kazanmalarının yanında kümenin de tüm Türkiye’de tanınırlığı artacaktır. Küme ve kamu kurumları arasındaki yakın iş birliği sayesinde, özellikle de bu iş birliği, işletmelerin belirli ihtiyaçları ve kümenin öncelikleri etrafında kurulmuşsa güçlenir. Sağlam temelleri olan bir küme girişimi işletmelerin kamu desteklerinden doğrudan yararlanabilmesini ve çok çeşitli kurumların tam destek alabilmelerini sağlar. Bu tür girişimler, kamu kurumlarının, bölgenin yüksek hızda büyüyen işletmeleri ile daha yakın ilişkiler kurmalarına olanak sağlamaktadır.



İNOVİZ İzmir Sağlık Kümelenmesi Derneği çalışmalarına aylık toplantılar ve firma ziyaretleri ile tam gaz devam etmektedir. İleri dönemlerde kümelenme ile ilgili güzel haberler paylaşmak dileğiyle...

İlknur ALPAK 



KOBİler İçin Gönüllü Uzman Danışmanlık Projesi

Günümüzde ülke piyasaları dinamiklerinin en başında KOBİ’ler gelmektedir.  Özellikle ülkemizde KOBİ’ler, işletmelerin sayısal değer bazında piyasanın %99,5 ini oluşturmaktadır. Bu denli yüksek bir yüzdeye ve güce sahip olan işletmelerin bilinçli bir büyüme göstermesi hem bölge ekonomisine hem de ülke ekonomisine katacağı katma değer göz ardı edilemez boyutlardadır. KOBİ’lerin bu noktada ilgili sektörde ve alanda bir uzmandan destek alması şarttır. Ancak bilindiği üzere günümüzde bu tür desteklerin alınması kimi işletmeler için bir gider kapısı olarak görülmektedir. Aksine doğru uzmanlarla doğru projeler üzerinde çalışılırsa gelir kapısı haline dönüşeceği şüphesizdir.



KOSGEB tarafından yürütülen ve Ege Üniversitesi Bilim Teknoloji ve Araştırma Merkezi’nin (EBİLTEM) desteklediği ‘‘KOBİ’ler için Gönüllü Uzman Danışmanlık Projesi’’ tam da sözü geçen konuya bir çözüm olarak karşımıza çıkmaktadır. İzmir’in pilot bölge olarak seçildiği projenin, çok basit bir ifadeyle; maksimum 15 iş günü boyunca konusunda uzman ve minimum 15 yıl tecrübesi olan bir emeklinin işletmelere gönüllü danışmanlık hizmeti vermesi ilkesine dayandırılmıştır. 18 aylık bir süreyi kapsayan proje, başarılı olması halinde tüm Türkiye ye uygulanması bölgesel ve ülkesel kalkınmaya destek olması beklenmektedir.

Hollanda’da da buna benzer bir proje bulunmaktadır ve adı PUM dur. PUM Projesi öncesinde birçok sektörde yürütülürken şuan sadece tarım sektöründe faaliyet gösteren firmaların katılabildiği ve gönüllü danışmanlık hizmetlerinden yararlanabildiği bir proje haline gelmiştir. KOBİ’ler için Gönüllü Uzman Danışmanlık Projesi de PUM dan esinlenerek hazırlanmış ve benzer hizmeti vermeyi hedeflemektedir.

Proje şuan pilot bölge aşamasında olmasından kaynaklı Gönüllü Uzman Danışmanlık hizmetini alabilecek olan işletmeler İzmir sınırları içinde olma zorunluluğu getirilmiştir. Bunun yanı sıra danışmanlara şehir bazında bir sınırlama getirilmemiş ve Türkiye’nin her yerinden katılıp proje kapsamında görev alabilmeleri mümkün kılınmıştır. 

Bu proje sayesinde, işletmelerin; 
  • Ar-Ge ve Yenilik  
  • Mühendislik Uygulamaları
  • Bilgisayar ve Bilgi Teknolojileri
  • Enerji Teknolojileri
  • Yeni Teknik, Teknolojiler ve Tasarım
  • Proje Yönetimi, Genel Yönetim
  • Ulusal ve Uluslararası Fonlardan Yararlanmak Üzere Proje Hazırlama
  • Yatırım, Pazarlama, Üretim, İnsan Kaynakları, Mali İşler ve Finans
  • Dış Ticaret
  • Çevre
  • Ürün Belgelendirme ve Sistem Belgelendirme, gibi konularda ihtiyaç duydukları deneyim ve uzman bilgisine erişimi sağlanabilecektir.
Projenin süreç açısından ilerlemesi ise şu şekilde olmaktadır;
İşletmeler için;

Gönüllü Danışman Adayları için;

***Proje hakkında daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.


Hüsnü DEMİR







Yeni Dünya’da Patent Değerleme

Patente Ticari Bakışın Değişimi
Artık tanımlamalardan kurtulup elimizdekinin değerini bilmenin vakti gelmedi. Evet, artık patent, faydalı model, ticari marka, telif hakkı vb. kavramları biliyor olmalısınız çünkü yeni ekonomi düzeninde büyümenin sırrı bu kavramları ne kadar iyi bildiğinize ve değerlediğinize bağlı.

Tarım toplumu, endüstri ekonomisi derken geldiğimiz nokta bilgi ekonomisi. Daha önce firmaların değerlerini müşterileri, fabrikaları, makinaları belirlerken artık sahip olduğu fikri mülkiyet hakları ve onların ne kadar değerli olduğu belirliyor. Bunun farkına varan birçok işletme de patent, faydalı model, endüstriyel tasarım, ticari marka gibi fikri mülkiyet haklarına verdiği önemi arttırmakta ve bunlardan nasıl yararlanacağının yollarını aramaktadır.

Burada size yardımcı olacak en önemli kavram günümüz ekonomisinin bilgiye dayalı olduğu ve ortaya konan bilginin en etkin şekilde kullanılmasının işletmelerin başarısını belirleyeceğinin algılanmasıdır.

Nitekim yakın zamanda gerçekleşen Motorala’nın Google’a satışı bize artık işletme varlıklarının maddi olmayan varlıklar lehine değişim gösterdiğini kanıtlamaktadır. Peki Google 12,5 Miyar doları Motorola’ya neden verdi? Google'ın Motorola Mobility'yi satın alması şirketin telefon ve tablet üretimine geçişini sağlarken bu işlem ayrıca Google'a, Motorola'nın 17 bin patentini de kullanma hakkı verdi. Motorola örneğinde görüldüğü gibi elde edilen güçlü patentler şirketler için büyüme, satın alma ve birleşmelerde yüksek değerlemeler elde etmede en etkili ölçü olarak ortaya çıkıyor.

Yine Apple ve Samsung arasında yaşanan patent savaşları da patente olan ticari bakışta yeni boyutları anlamada güzel bir örnek. 4 kıtaya yayılan bu savaş sonunda ortaya çıkan dava sonuçları firmalara fikri mülkiyet hakları ile neler yapılabileceğinin bir dersini verirken elde edilen hakları da bir kez daha hatırlatmış oldu. Değişik davalarda alınan kararlar sonunda her iki firmada tazminat ödemek, ürününü pazara sokamamak ve var olan ürününün satışını durdurmak, haksız elde ettiği kazanç nedeni ile elde edilen gelirden tazminat ödemek ve bazı ürünler için karşılıklı lisanslamaya gitmek durumunda kaldı.

İşte fikri mülkiyet haklarındaki bu ticari bakışta yaratılan yeni boyutlar hakların sağladığı ayrıcalıkla elde edilen ticari kazanç dışında rakiplerin pazardaki hareketlerini kısıtlama hatta engel olmakla elde edilecek yan ticari kazançları da bizlere gösteriyor.

Bu noktadan sonra değerli fikri mülkiyet hakkını tanımlamakta fayda var. WIPO, kavramı iki noktaya vurgu yaparak açıklıyor. Birincisi, hak sahibine ölçülebilir bir ekonomik değer yaratması, ikincisi sahip olunan diğer ilgili varlıkların değerini arttırması.

Fikri Mülkiyet Hakkından Değer Yaratma
Fikri Mülkiyet hakkının değerli hale dönmesini sağlayabileceğimiz bazı öncelikli yollar var. Patent hakları aktif ve pasif yol olarak ayrılabilir ve iki tanımda da bir varlığın değeri gelecekte sağlayacağı ekonomik katkı olarak tanımlanabilir ve bu değer tahmin edilebilir.
Mülkiyet hakkından değer yaratmanın bazı yolları;
  •     Direk hakların kullanımı (Aktif Yol)
  •     Satış ve lisanslama (Aktif Yol)
  •    Rekabette avantaj için kullanımı: Pazarlıkta güç, taklidin önüne geçme, rakip firmaların pazara girişini engelleme. (Pasif Yol)
Mülkiyet haklarının değerlendirilmesi tetikleyecek birçok durum mevcuttur ve bunlar aşağıdaki tablodaki gibi özetlenebilir.

Sınıf
Değerleme İhtiyacı
İşlem
Lisanslama, Temsilcilik verme
Satış, Alım
Tasfiye, Birleşme
Ortak Girişim, stratejik Ortaklık
Hakların Bağışı
Mülkiyet Haklarının Kullanımı
Mülkiyet haklarının çiğnenmesinden doğan zararın hesaplanması
Firma içi Kullanım
Ar-Ge Yatırımı
Mülkiyet haklarının iç Yönetimi
Yatırımcı İlişkileri
Diğer Amaçlar
Finansal Raporlama
İflas
Verginin Optimizasyonu
Mülkiyet Haklarının Sigortalanması
*WIPO
Belirtilen tetikleyici faktörlerden, firma alım ve satımları, patentlerin satışı ve lisanslanması, portföy yönetimi ile Ar-Ge yatırımının yönlendirme, mülkiyet haklarının çiğnenmesinden doğan zararın hesaplanması öne çıkanlar olarak sayılabilir.

Yeni Dünya’ya Değer Biçmek ve Etki eden Faktörler
Fikri Mülkiyet Haklarından elde edilen haklar her ne kadar soyut kavramlar olarak değerlendirilebilir olsa da, somut ekonomik değerler ile eşleştirilebildiği sürece ekonomik değerlendirilmesi yapılabilmektedir. Değerlemeyi tetikleyen faktörler yanında değerlemeyi etkileyen de birçok faktör vardır. Zaman, talep, satışın nedeni, alımın nedeni, müzakere yetenekleri ve taraflar bunlardan öne çıkanlardır.
Fikri Mülkiyet Hakları yalnızca patenti değil endüstriyel dizayn, marka, telif hakları ve ticari sırları da içermektedir. Bu varlıklar kimi zamanda bir firmanın değerine büyük etki göstermektedir.

Her boyuta bir Değerleme, Öyle bir Dünya Yok.
Patent değerlemede ne yazık ki her durum için uygulanabilecek bir yöntem mevcut değildir. Daha önce belirtilen kısıtlayıcı faktörler değişik vakalarda duruma göre ele alınmalıdır. Burada bütün yöntemleri detaylı olarak ele almak mümkün olmasa da metodların seçimi konusunda yardımcı olması için kullanılabilecek yöntemler çalışabilecekleri ortam koşulları ile ele alınarak anlatılacaktır.
Patent değerlemede kullanılan birçok yöntem olmakla beraber 3 yaklaşım birbiri içerisinde avantajları, dezavantajları ve ortam koşulları dikkate alınarak kullanılmaktadır.
Fikri Mülkiyet Haklarının gayrimenkul veya gerçek mülk değerleme ile birçok ortak noktası bulunmaktadır. Ancak mülkiyet hakları değerlemesi, kullanılacak finansal bilginin, geçmiş verinin ve ilgili değerlerin bulunma ve bulunmama durumuna göre farklılık göstermektedir.
Genellikle değerleme yapılırken eldeki veriler tek bir yöntem ile uyum göstermediği için değerlendiricinin geleneksel ve alternatif yöntemlerden haberdar olması önemlidir. Birçok durumda değerlemenin en az iki yöntemle gerçekleştirilmesi sadece sağlama yapmak için değil aynı zamanda iki yöntemin sentezinin de yapılabilmesi açısından önem kazanmaktadır.
Değerleme yöntemimizi seçmeden önce farkında olmamız gereken 5 temel nokta mevcuttur.  
  •     Değerlemesi yapılacak varlığın ne kadar benzersiz olduğu,
  •     Ne kadar doğrulanabilir veriye sahip olduğumuz,
  •     Değerlemenin nerede kullanılacağı ve amacı,
  •     Değerlemenin yapıldığı zaman ve koşulları,
  •     Değerlendirme yapacak kişinin geçmiş deneyimlerinin ve karar yetilerinin yeterliliği
Bu soruları dikkate alarak şimdi yaklaşımlara geçelim.

1.      Maliyet Yaklaşımı
Maliyet yaklaşımında maliyet ister gelecek veriler ister geçmiş veriler kullanılsın temel alınan esas yerini tutma prensibidir. Maliyet, satın alınacak fikri mülkiyetin yeniden üretilmesine yönelik ölçülebilirken aynı zamanda aynı kalite ve yapabilirlikteki bir ürün ile yerine koyma yaklaşımı ile ölçülebilir.
Yeniden üretme maliyeti hesaplanırken günümüz değerleri üzerinden ilgili fikri mülkiyet hakkının tıpatıp aynısının yapılması anlaşılmalıdır. Bu yöntemde FMH’ı oluşturan aynı materyal, standartlar, dizayn ve kalite dikkate alınmalıdır. Yerine koyma maliyeti hesaplanırken FMH’ın işlevini ve faydasını sağlayabilmesi için gerekli ihtiyaç hesaplanır. İki yöntem arasındaki temel fark yeniden üretme maliyeti geçmiş verilere dayanırken yerine koyma maliyeti gelecek verilere dayanmaktadır.
Maliyet yaklaşımı genel olarak henüz ticarileşmeyen erken aşama teknolojilerin değerlemesinde kullanılmaktadır. Yine minimum değer hesaplamalarında etkin olarak kullanılmaktadır. Gelir veya kar verilerini dahil etmemesi bize birkaç yöntemin sentez olarak kullanılması gerekliliğini de göstermektedir.

2.      Pazar Yaklaşımı
Pazar yaklaşımı isminden de anlaşılabileceği gibi aktif bir pazarın varlığına ve karşılaştırılabilir gerçek işlemlere ihtiyaç duyar. Pazar yaklaşımında, odak, ilgili FMH ile karşılaştırılabilir varlıların mevcut pazar değerlerinin temel alınmasıdır.
Eğer uygun pazar verileri mevcutsa, bu yaklaşım pratik ve uygulanabilirdir. Pazar yaklaşımının gücü pazar satışları, lisanslar ve diğer gerçek işlemlerden elde edilebilecek doğrulanabilir bilgi ile artmaktadır.
Pazar yaklaşımı FMH ile karşılaştırılabilir satışların veya gerçek işlemlerin bulunduğu durumlarda en iyi yaklaşımlardan biridir.

3.      Gelir Yaklaşımı
Gelir yaklaşımı temelini FMH değerinin gelecekte yaratacağını öngördüğü gelir veya nakit akışına dayandırır. En çok kullanılan yaklaşımlardan biri olmakla beraber gelir modellerine göre hesaplamalar içermesi nedeni ile karmaşık bir yaklaşım olduğu söylenebilir. Gelecek gelirlerinin ve nakit akışlarının bugünkü değer hesaplamalarında doğru iskonto değerinin belirlenmesi ve kullanılabilir kalan ömrün doğru tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır.
Gelir yaklaşımı, telif hakkı oranlarının bilindiği durumlarda kullanılır. Ancak gelecek nakit akışları son derece belirsiz bir yapıya sahip olduğundan tahmin edilebilmesi oldukça güçtür.

Kazananlar ve Kaybedenler,  Şimdi Doğru Olanı Seçme Zamanı
Günümüz ekonomisinde doğru yatırımların yapılması büyük önem kazanmıştır. Bu da ancak pazarlanabilir, patentlenebilir ve geliştirilebilir teknolojilerin tespit edilerek doğru seçimler ile gerçekleştirilebilir. Bu da değerlemenin önemini arttırmaktadır.
Bütün fikri mülkiyet haklarının gelecekte elde edilecek ekonomik faydaları vardır. Fakat bu faydalar yüksek derecede belirsizlik içermektedir. Doğru seçimler yapmak için uygulanacak değerleme yöntemleri de bu belirsizliklerden etkilenmektedir.
Daha önce belirtildiği gibi FMH değerleme ihtiyacı artan satış, lisanslama, firma birleşmeleri vb. ile giderek artmaktadır. Son olarak değerlemedeki en önemli noktayı hatırlatmak fayda var. Değerleme yapılırken bağlı olan ortam koşulları değerlemenin yapıldığı zamana göre değişmektedir ve bu da önünüzdeki bütün senaryoyu etkileyecektir. Bunun için de yaklaşımlara başlamadan belirttiğimiz 5 temel faktörün farkında olmanız gerekmektedir.



Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr





Kaynaklar