Küresel
çapta etki gösteren büyük değişimlerin çıkış noktasına ulaşmak için öncelikle
Atlantik’in iki yakasına bakılması gerektiği, dünya tarihi boyunca sayısız kez
tecrübe edilmiş olsa gerek. Önemi giderek artan fikri mülkiyet politikaları
için de Atlantik’in iki yakasında yeni ve alışılmışın ötesinde gelişmeler
yaşanıyor.
Avrupa ve
Amerika küresel denge politikasının bir sonucu olarak önemli birçok konuda
farklı kutuplarda konuşlanmışlardır. Patent dünyası açısından da bu durum
geçerliydi. Fakat son gelişmeler sonrası yıllardır kullanılan köklü sistemler
birbirlerine doğru adım atmaktalar. 16 Eylül 2011’de Başkan Obama’nın
imzaladığı Leahy-Smith America Invents Act (AIA), Atlantik’in kuzeyi açısından
kırılmanın gerçekleştiği an oldu. Yasa ile uzun yıllardır değiştirilmeden
uygulanan Patent Kanunu Amerika adına ilk kez büyük bir revizyondan geçmiş
oldu. Amerika’da bu gelişmeler yaşanırken Kıta Avrupası’nda da yaklaşık 30
yıldır mücadelesi verilen birleşik patent sistemi için önemli adımlar
atılmakta. Bu iki değişimin detaylarına ve yaratacağı potansiyel değişikliklere
geçmeden önce kırılmanın sebebinden bahsedelim. Öncelikle iki model arasındaki
farkın yılda yaklaşık 6 milyar $’lık bir kayba yol açtığı tahmin ediliyor. Yakınlaşmanın
beraberinde getireceği maddi kazancın yanında başvuru süreçlerindeki
harmonizasyon ile her iki taraf için de süreçlerin basitleşmesi ve teşvik
edilmesi söz konusu. Bu basit sistematiğin inovatiflik üzerinde çarpan etkisi
yaratarak uzun vadede katkı sağlaması bekleniyor.
Amerika: Yıllar
sonra gelen değişim
16 Mart 2013
tarihi ile birlikte Amerikan patent sistemi bahsi geçen yasa ile köklü
değişikliklere uğramış olacak. En büyük değişiklik kuşkusuz patent sahipliğine
ilişkin. ‘First to Invent’ modelinden ‘First
to File or Publish’ modeline geçiş olarak tanımlanan değişim ile
başvuru aşamasında ‘önce başvurana’ öncelik tanıyan modele geçiş yaşandı.
Böylece aynı buluş üzerinde hak iddia eden iki buluşçudan önce başvuran patent
alma hakkı kazanacak. Eski sistemde USPTO bu çatışma durumlarına müdahil olarak
belirli kriterlere göre (diligence / reduction to practice / evidence of
conception) inceleme gerçekleştirmekteydi. Bu model Avrupa kıtasına hakim
‘first to file’ modeli ile aynı gibi gözükse de Amerikan modelindeki ‘hoşgörü
süresi’(grace period) önemli bir fark yaratmaya devam etmektedir. Değişiklik
paketinin içine dahil edilmeyerek korunmaya devam eden hoşgörü süresi, buluşun
açıklanmasından sonra buluş sahibine başvuru için 1 yıllık bir marj
sağlamaktadır. Bu durumu ‘first to file’ modeli ile birleştirdiğimizde Amerikan
patent sisteminin kendine has yeni modeli ile karşılaşmış oluyoruz. Küçük bir
örnekle görselleştirmek gerekirse; buluşçu A, hoşgörü süresine dayanarak B’nin
kendisinden önce yaptığı başvuruyu geçersiz kılarak kendi başvuru hakkını
koruyabilecektir. Yani yayın düzleminde bir esneklik sağlanmış durumdadır.
Avrupa
Birliği: Sadeleştirme
Avrupa
Birliği’nin entegrasyon tarihçesi, önce düğümler atıp sonradan basitleştirme
çabalarının da bir tarihçesidir aslında. Yapısal fonlardan sosyal destek
mekanizmalarına kadar tüm konularda bu eğilimi kolayca fark edebilmekteyiz.
Patent dünyası için de yaklaşık 40 yıldır devam eden bir basitleştirme
savaşının sonuna gelmek üzereyiz. Halen yürürlükte olan sistemde Münih merkezli
Avrupa Patent Ofisi üzerinden Avrupa çapında patent başvurusu yapmak mümkün.
Sistemin sorunlu kısmı bu başvurunun koruma talep edilen ülke dillerine çevrilmesi.
Zira ilk başvuru İngilizce, Almanca veya Fransızca dillerinden birinde yapılabilmekte.
Bu da Avrupa çapı için patent başına maliyeti ortalama 32.000 €’ya yükseltiyor.
ABD için maliyetin 1.850 € civarında gezindiğini düşünürsek aradaki farkı daha
kolayca anlayabiliriz.
Konsey’in
2011 yılında yeşil ışık yaktığı Avrupa Birliği Patenti (unitary patent) ile
buluşçular yine EPO üzerinden İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde patent
başvurusu yapabilecek ve tescil sonrası tercihe bağlı olarak ek çeviriye
ihtiyaç duymadan patent sistemindeki tüm ülkelerde tek tescil ve hukuki
yaptırım gücü kazanacak. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde İspanya ve İtalya dışında
kalan 25 ülke sisteme dahil olmak istediklerini beyan etmiş durumdalar. ‘Avrupa Patenti’ adıyla bildiğimiz mevcut
sistem de bir opsiyon olarak korunmaya devam edecek. Toparlarsak tescil sonrası
buluşçu;
- Avrupa Patenti opsiyonunu seçerek istediği ülkelerde koruma sağlama yolunu,
- Avrupa Birliği Patentini seçerek simultane şekilde 25 ülkede bölgesel bir koruma sağlama yolunu,
tercih
edebilecektir. Yeni modelin odak merkezleri de uzun politik mücadeleler sonrası
belirlendi. Buna göre ‘Avrupa Patent Mahkemesi’nin merkezi Paris’te yer
alacak. Münih ve Londra’da da alt
ofisler yer alacak. Bu ofisler sırasıyla makine mühendisliği ve eczacılık /
kimya ile ilgili patentler üzerinde çalışacak.
Yakınlaşma
Atlantik’in iki yakasında yaşanan bu gelişmeler önemli bir pozisyon değişikliği. Japonya ile birlikte inovasyona yön veren iki odak merkezinin birbirine yakınlaşan patent sistemleri, ticari ve ekonomik dengeler üzerinde somut izler bırakacaktır. Halen hoşgörü süresi gibi önemli farklar bulunsa da gelinen nokta, daha fazla yakınlaşma için umut vericidir. Küresel rekabette Çin, Hindistan gibi aktörlerin yeni pozisyonları Atlantik’in iki yakasındaki eski oyuncuları el sıkışmaya zorlamakta.
Kısacası küresel piyasalar küresel koruma mekanizmalarını zorunlu kılıyor.
Mevcut sistemler de küresel bir modele doğru evrimleşerek bu zorunluluğa adapte olmaya çalışıyor…
Semih ERDEN
Semih ERDEN