ShareThis

12 Nisan 2013 Cuma

Fikri Mülkiyet Hakları ve Rekabet Hukuku İlişkisi


Ülkemizde sınai mülkiyet hakları uygulamaları Osmanlı dönemine rastlamaktadır. Bu konudaki ilk düzenleme markaların korunmasına ilişkin kuralları içeren 1871 tarihli “Alamet-i Farika Nizamnamesi”dir.  Bu nizamnameden sonra 1879 tarihinde patent konusundaki düzenlemeleri içeren  “İhtira Beratı Kanunu” bu alanda dünyadaki ilk düzenlemeler arasındadır. Cumhuriyet dönemine geçişle beraber bu konudaki çalışma ve düzenlemeler devam etmiş ve 1925 senesinde bu konuda uluslararası bir birlik oluşturulması adına Paris Sözleşmesi imzalanmıştır. 1976 da "Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) Kuruluş Anlaşması’na katılan Türkiye bu konuda önemli adımlar atmaya devam etmiştir. 1995 yılında Türkiye'nin, “Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Kuruluş Anlaşması” ve eki “Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşması’ndan (TRIPS) ve Avrupa Birliğiyle Gümrük Birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi amacıyla, TPE öncülüğünde patent, marka, endüstriyel tasarım ve coğrafi işaretler alanlarında reform niteliğinde kanun hükmünde kararnameler yürürlüğe girmiştir. En son yakın bir tarihte 13 Aralık 1994 tarihinde 4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun (4054 Sayılı Kanun) ile Türkiye uluslararası standartlara uygun rekabet kurallarına kavuşmuştur. Rekabet Kanunu 3 temel yasaklama ve muafiyet rejimi öngörmektedir. Bu 3 temel yasaklamayı aşağıdaki gibi sıralayabiliriz.

  • Rekabeti sınırlandırıcı anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararları (4054 Sayılı Kanun, Madde4)
  • Hâkim durumun kötüye kullanılması (4054 Sayılı Kanun, Madde6)
  • Birleşme ve Devralmaların Kontrolü (4054 Sayılı Kanun, Madde7)

Piyasa ekonomisinin temel dayanağı olan rekabet yeniliklerin ortaya çıkması anlamında önemli bir katalizör görevi görmektedir. Fakat rekabet tek başına bilginin üretimi ve yeniliğin ortaya çıkması için yeterli olmamakta başka motive edici unsurlara ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Mal ve hizmet piyasası göz önüne alındığında yeniliklerin ortaya çıkması yeni bilgilerin üretilmesine bağlıdır. Fakat üretilen yeni bilgilerin başkaları tarafından kullanımı engellenemez çünkü genel olarak bilgi kamu malı niteliği taşımaktadır. Durum böyle olunca da bilgiyi üretecek kişi kendi rızası olmadan diğer kişilerin kullanımını engelleyemezse zaman içerisinde yeni bilgi üretmek için motivasyonunu kaybedecek ve zamanla yeni bilgi üretimi yok olacaktır. Bu durumda teknolojik gelişimleri innovasyonu sekteye uğratacak, rekabet ortadan kalkacak ve piyasa durağan bir hale geçecektir. İşte bu durumun ortaya çıkışının önlenmesi adına fikri mülkiyet hakları sistemi kurulmuştur. Sistemin ana felsefesi bilgi üretenlerin bir şekilde ödüllendirilmesi, üretilen yeni bilgilerin yayılarak toplum yararına sunulması ve yeni bilgilerin üretilmesine ön ayak olmaktır. Bilginin üretilmesi sanayiye uygulanır hale gelmesi bu haliyle korunması önemlidir. Dolayısıyla bilgi ekonomik gelişmenin mihenk taşı olarak görülmektedir.

OECD çalışmalarında bilgiye dayalı ekonomi şöyle tanımlanmaktadır:

“Bilgiye dayalı ekonomi, içerisinde bilgi üretim ve kullanımının zenginlik üretiminde baskın bir role sahip olduğu ekonomidir. Bu sadece bilginin sınırlarının geriye doğru itme değil aynı zamanda, bütün ekonomik faaliyet şekillerinde bilginin her türünün daha etkin kullanımı ile ilgilidir.…”


Hal böyle olunca da daha fazla etkin yeni bilgiye sahip firmalar daha güçlü hale gelmektedir. Aynı paralelde bilginin önemini kavrayan ve bilgi üretimini destekleyen devletler uluslararası arenada daha kuvvetli hale gelmektedir. İşte bu noktada yukarıda da değinildiği gibi bilgiye dayalı üretilenlerin korunması çok büyük önem teşkil etmektedir. Bu noktada devreye Fikri ve sınai mülkiyet hakları girmektedir.

FMH hukuk sisteminin esası buluş sahibine o buluşu belli süre zarfında kullanmasına, kendi rızası dâhilinde başkalarına kullandırma, kendi rızası dışında kullanmayı önleme hakkının verilmesine dayanır.

Rekabet hukuku ile FMH hukuk sistemi birbiriyle çatışır gibi görünse de aslında aynı amaca hizmet etmektedir. İlk bakışta fikri mülkiyet hakkı belli zaman aralığında belli bir piyasada tekel hakkı gibi görünse de piyasadaki diğer teşebbüsler yeni fikirler üreterek rekabete girebilirler. Aslında bugün piyasada bu kadar çeşitliliğin oluşu ve teknolojinin bu kadar gelişip yaygınlaşması temelde FMH hukuk sistemine dayalıdır. Ayrıca rekabet hukuku fikri mülkiyet hukukuna konu olan bilginin toplum yararına kullanılması konusunda katkı sağlamaktadır. Bu katkılar şu şekilde sıralanabilir.

  • Yol gösterici nitelikte düzenlemelerin yapılması (AR-GE Tebliği gibi),
  • Lisans anlaşmalarına ve ilgili diğer FMH kullanımına ilişkin anlaşma ve uygulamalara (örn. patent havuzları)müdahale edilerek rekabeti engelleyici uygulamaların önüne geçilmesi,
  • Zorunlu lisans uygulamaları,
  • Bir FMH devrine dayalı yoğunlaşmaların kontrolü gibi uygulamalarla bilginin yayılması ve kullanımı.

Sonuç olarak bilgi ekonomide hem girdi hem de çıktı olarak önemli bir yer sahibidir. Rekabet bilginin üretilmesini arttıran bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Fikri mülkiyet hakları hukuku da bilginin kamu niteliği taşımasından kaynaklanan aksaklığı gidermektedir.  Böylece rekabet hukuku ve fikri mülkiyet hakları hukuku dengeli bir şekilde yeni bilgilerin üretilmesi ve sağlıklı bir şekilde yayılarak ekonominin gelişimi açısından önemli bir rol oynamaktadır.

Jeoloji Mühendisi
Patent Uzmanı 

Kaynakça: 

OECD (1996) “The Knowledge Based Economy” Paris.

2013 yılı Rekabet Raporu

TRIPS Anlaşması

Teknoloji, Yaratıcılık ve Fikri Mülkiyet sertifika programı Rekabet Hukuku ve Fikri Mülkiyet Hakları ilişkisi Yaşar Tekdemir

“2008/2 Sayılı Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin Grup Muafiyeti Tebliği”,

4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un

4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4 ve 5 inci Maddelerinin Teknoloji Transferi
Anlaşmalarına Uygulanmasına Dair Kılavuz

“Birleşme/Devralma İşlemlerinde Rekabet Kurumunca Kabul Edilebilir Çözümlere İlişkin Kılavuz”,


0 yorum: