Ülkemizde sınai mülkiyet hakları
uygulamaları Osmanlı dönemine rastlamaktadır. Bu konudaki ilk düzenleme
markaların korunmasına ilişkin kuralları içeren 1871 tarihli “Alamet-i
Farika Nizamnamesi”dir. Bu nizamnameden
sonra 1879 tarihinde patent konusundaki düzenlemeleri içeren “İhtira Beratı Kanunu” bu alanda dünyadaki
ilk düzenlemeler arasındadır. Cumhuriyet dönemine geçişle beraber bu konudaki
çalışma ve düzenlemeler devam etmiş ve 1925 senesinde bu konuda uluslararası
bir birlik oluşturulması adına Paris Sözleşmesi imzalanmıştır. 1976 da
"Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilatı (WIPO) Kuruluş Anlaşması’na katılan
Türkiye bu konuda önemli adımlar atmaya devam etmiştir. 1995 yılında
Türkiye'nin, “Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) Kuruluş Anlaşması” ve eki “Ticaretle
Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Antlaşması’ndan (TRIPS) ve Avrupa Birliğiyle
Gümrük Birliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmesi amacıyla, TPE
öncülüğünde patent, marka, endüstriyel tasarım ve coğrafi işaretler alanlarında
reform niteliğinde kanun hükmünde kararnameler yürürlüğe girmiştir. En son yakın bir tarihte 13 Aralık 1994 tarihinde 4054 Sayılı
Rekabetin Korunması Hakkında Kanun (4054 Sayılı Kanun) ile Türkiye uluslararası
standartlara uygun rekabet kurallarına kavuşmuştur. Rekabet Kanunu 3 temel
yasaklama ve muafiyet rejimi öngörmektedir. Bu 3 temel yasaklamayı aşağıdaki
gibi sıralayabiliriz.
- Rekabeti sınırlandırıcı anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararları (4054 Sayılı Kanun, Madde4)
- Hâkim durumun kötüye kullanılması (4054 Sayılı Kanun, Madde6)
- Birleşme ve Devralmaların Kontrolü (4054 Sayılı Kanun, Madde7)
Piyasa ekonomisinin temel dayanağı olan rekabet yeniliklerin ortaya
çıkması anlamında önemli bir katalizör görevi görmektedir. Fakat rekabet tek
başına bilginin üretimi ve yeniliğin ortaya çıkması için yeterli olmamakta
başka motive edici unsurlara ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Mal ve hizmet piyasası
göz önüne alındığında yeniliklerin ortaya çıkması yeni bilgilerin üretilmesine
bağlıdır. Fakat üretilen yeni bilgilerin başkaları tarafından kullanımı
engellenemez çünkü genel olarak bilgi kamu malı niteliği taşımaktadır. Durum
böyle olunca da bilgiyi üretecek kişi kendi rızası olmadan diğer kişilerin
kullanımını engelleyemezse zaman içerisinde yeni bilgi üretmek için
motivasyonunu kaybedecek ve zamanla yeni bilgi üretimi yok olacaktır. Bu
durumda teknolojik gelişimleri innovasyonu sekteye uğratacak, rekabet ortadan
kalkacak ve piyasa durağan bir hale geçecektir. İşte bu durumun ortaya
çıkışının önlenmesi adına fikri mülkiyet hakları sistemi kurulmuştur. Sistemin
ana felsefesi bilgi üretenlerin bir şekilde ödüllendirilmesi, üretilen yeni
bilgilerin yayılarak toplum yararına sunulması ve yeni bilgilerin üretilmesine
ön ayak olmaktır. Bilginin üretilmesi sanayiye uygulanır hale gelmesi bu
haliyle korunması önemlidir. Dolayısıyla bilgi ekonomik gelişmenin mihenk taşı
olarak görülmektedir.
OECD çalışmalarında bilgiye dayalı ekonomi şöyle tanımlanmaktadır:
“Bilgiye dayalı ekonomi,
içerisinde bilgi üretim ve kullanımının zenginlik üretiminde baskın bir role
sahip olduğu ekonomidir. Bu sadece bilginin sınırlarının geriye doğru itme
değil aynı zamanda, bütün ekonomik faaliyet şekillerinde bilginin her türünün
daha etkin kullanımı ile ilgilidir.…”
Hal böyle olunca da daha fazla etkin yeni bilgiye sahip firmalar daha
güçlü hale gelmektedir. Aynı paralelde bilginin önemini kavrayan ve bilgi
üretimini destekleyen devletler uluslararası arenada daha kuvvetli hale
gelmektedir. İşte bu noktada yukarıda da değinildiği gibi bilgiye dayalı
üretilenlerin korunması çok büyük önem teşkil etmektedir. Bu noktada devreye
Fikri ve sınai mülkiyet hakları girmektedir.
FMH hukuk sisteminin esası buluş sahibine o buluşu belli süre zarfında
kullanmasına, kendi rızası dâhilinde başkalarına kullandırma, kendi rızası
dışında kullanmayı önleme hakkının verilmesine dayanır.
Rekabet hukuku ile FMH hukuk sistemi birbiriyle çatışır gibi görünse
de aslında aynı amaca hizmet etmektedir. İlk bakışta fikri mülkiyet hakkı belli
zaman aralığında belli bir piyasada tekel hakkı gibi görünse de piyasadaki
diğer teşebbüsler yeni fikirler üreterek rekabete girebilirler. Aslında bugün piyasada
bu kadar çeşitliliğin oluşu ve teknolojinin bu kadar gelişip yaygınlaşması
temelde FMH hukuk sistemine dayalıdır. Ayrıca rekabet hukuku fikri mülkiyet
hukukuna konu olan bilginin toplum yararına kullanılması konusunda katkı
sağlamaktadır. Bu katkılar şu şekilde sıralanabilir.
- Yol gösterici nitelikte düzenlemelerin yapılması (AR-GE Tebliği gibi),
- Lisans anlaşmalarına ve ilgili diğer FMH kullanımına ilişkin anlaşma ve uygulamalara (örn. patent havuzları)müdahale edilerek rekabeti engelleyici uygulamaların önüne geçilmesi,
- Zorunlu lisans uygulamaları,
- Bir FMH devrine dayalı yoğunlaşmaların kontrolü gibi uygulamalarla bilginin yayılması ve kullanımı.
Sonuç olarak bilgi ekonomide hem girdi hem de çıktı olarak önemli bir
yer sahibidir. Rekabet bilginin üretilmesini arttıran bir unsur olarak öne
çıkmaktadır. Fikri mülkiyet hakları hukuku da bilginin kamu niteliği
taşımasından kaynaklanan aksaklığı gidermektedir. Böylece rekabet hukuku ve fikri mülkiyet
hakları hukuku dengeli bir şekilde yeni bilgilerin üretilmesi ve sağlıklı bir
şekilde yayılarak ekonominin gelişimi açısından önemli bir rol oynamaktadır.
Jeoloji Mühendisi
Patent Uzmanı
Kaynakça:
OECD (1996) “The Knowledge Based Economy” Paris.
2013 yılı Rekabet Raporu
TRIPS Anlaşması
Teknoloji, Yaratıcılık ve Fikri Mülkiyet
sertifika programı Rekabet Hukuku ve Fikri Mülkiyet Hakları ilişkisi Yaşar
Tekdemir
“2008/2 Sayılı Teknoloji Transferi Anlaşmalarına İlişkin
Grup Muafiyeti Tebliği”,
4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un
4054 Sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un
4 ve 5 inci Maddelerinin Teknoloji Transferi
Anlaşmalarına Uygulanmasına Dair Kılavuz
“Birleşme/Devralma İşlemlerinde Rekabet Kurumunca
Kabul Edilebilir Çözümlere İlişkin Kılavuz”,
0 yorum:
Yorum Gönder