Plastik sektörü
Türkiye’nin hızlı büyüyen dinamik sektörlerinden biri. PAGEV’in
istatistiklerine göre son iki yılda sırasıyla %17,8 ve %10’luk bir büyüme rakamına sahip
sektör, işleme kapasitesi açısından da Avrupa’nın devlerine yetişmiş durumda. Rakamlar
pozitif bir görüntü yaratmakta; fakat diğer tarafta sektördeki sınırlı Ar-Ge’nin
yetenekleri kısıtladığı gerçeği yer alıyor. Küresel trendler açısından bu
pozisyon değerlendirildiğinde, özellikle biyoplastik alanında yaşanan
gelişmeler, sektör için fırsat ve tehditleri aynı anda barındırıyor!
Plastiği vazgeçilmez
kılan özellik nedir diye sorsak şüphesiz herkes ‘dayanıklılığı’ cevabını verecektir. Fakat bu dayanıklılığı sağlayan
moleküler bileşim ayrışmayı da güçleştirdiği için çevresel tehdit ile
yüzleşmekteyiz. Biyoplastik teknolojisini ön plana çıkaran da bu çevresel
tehdide karşı gitgide artan bilinç düzeyi. Petrolden bağımsız ve uygun şartlarda
kısa sürede çözünebilen plastikleri kim istemez ki?
Biyoplastiklerin polimer
yapıları ile ilgili ayrıntılara sektörün uzmanları aşinadır şüphesiz. Fakat
yine de merak edenler varsa bu bağlantıdan kompakt bir izlenim
edinilebilir. İlgili biyopolimerler mevcut sentetik polimerlerle üretilen
plastiklerin %85’ini ikame etme kapasitesine sahip. Yani biyoplastikler, sahip oldukları
teknoloji avantajı ile sektörün neredeyse tamamını ele geçirebilecek durumdadır.
Teknolojik altyapının
getirdiği güç ile biyoplastik pazarı Avrupa için yaklaşık %20’lik bir yıllık
büyüme yakalamış durumda. Bu yüksek büyüme rakamının arkasında tüketicilerde
çevre bilincinin artışı, iklim değişikliğine bağlı üst düzey politika
değişikliği, fosil materyallerdeki fiyat dalgalanmaları gibi farklı rüzgarlar
esmektedir. Hans van der Pol’ün 2011 yılındaki çalışmasından alınan aşağıdaki tablo,
biyo-yapılı kimyasallar pazarının %600’e
yakın bir büyümeye ulaşacağını öngörmekte. Farklı çalışmalarda daha şiddetli
büyüme öngörüleri de mevcut. Örneğin BCC Research’ün pazar araştırmasına göre
2011’de 0.85 milyon metrik ton olan biyoplastik kullanımı 2016’da, %34,3 yılık büyüme oranı ile 3.7 milyon
metrik tona yükselecek.
Kimyasal Pazar Projeksiyonu (milyar €)
Tüm bu projeksiyonların en güvendikleri kaynak küresel markaların biyoplastik kullanımına
ağırlık vereceklerini bilmeleri. İsim vermek gerekirse Coca-Cola, Ford Motor,
Nike, Procter&Gamble, Pepsi, Toyota, Heinz, Danone gibi firmalar
biyoplastik kullanımına başlamış durumdalar. ‘Çevre dostu’ imajının
kuvvetli çekim gücü, marka konumlandırmalarını doğrudan etkilediği için
biyoplastikleri çekici hale getiriyor. Özellikle ambalaj sektöründe tüketici
ile doğrudan temas kurulabildiği için, amblemler aracılığı ile istenilen mesaj
kolaylıkla iletilebiliyor. Aşağıdaki iki amblem sırasıyla Amerika ve Avrupa’da biyolojik
olarak parçalanabilen ürünler için kullanılıyor. Ayrıca Avrupa Birliği’nde EN-13432 numarasıyla bir
standart oluşturulmuş durumda.
Toparlamak gerekirse; biyoplastiklerle ilgili olarak bir ivme yakalanmış
durumda. Her ne kadar sentetik polimerlerin tahtını yıkacak bir hızdan
bahsedilemese de bir dönüşüm söz konusu. Yazının başlığına taşıdığım ‘From Niche to Mainstream’ mottosu bu dönüşümü
özetler nitelikte. Özellikle küresel üretim politikalarını peşlerinden
sürükleyen sektör devlerinin biyoplastik konusuna gösterdiği özen, biyoplastiklerin
takibini sektör açısından zorunlu kılıyor.
0 yorum:
Yorum Gönder