ShareThis

24 Aralık 2012 Pazartesi

San Francisco’dan Orta Avrupa’ya: Girişimcilikte Değişen Algılar, Kimlikler



Girişimciliğin kendine has bir ‘kültür’ ve ‘ekosistem’ üzerinde yükseldiği gerçeği ile tanıştıktan sonra politika yapıcılar boyutunda algının başarılı çekim noktalarına yönleneceğini hepimiz tahmin ediyorduk sanırım. Cumhurbaşkanının Amerika seyahati, bu seyahati takiben Silikon Vadisi ile kurulan bağlantıların artışı, teknogirişim desteği alan 10 girişimcinin vadiye gönderilmesi, ekosistem oluşturma konusunda atılan adımlar bu algı değişiminin somutlaştığı örneklerden sadece birkaçı.

Start-up ekosistemi olarak Amerika orijinli Silicon Valley ve Silicon Alley uzun süredir yalnız başlarına bu alanın lokomotifliğini yapmaktalar. Bu iki bölgenin diğer teknoloji hubları ile olan farkını ‘Startup Genome’un son çalışması ortaya koyar nitelikte. Startup ekosistemlerinin farklı parametrelerce değerlendirildiği kapsamlı çalışma bu iki bölgeyi ilk iki sıraya yerleştiriyor. En yakın rakipleri Londra ile aralarında da hatırı sayılır farklar mevcut.

Amerika’nın girişimcilik alanındaki liderliğini kabul etmekle beraber, krizle boğuşan Avrupa’nın kor halindeki girişimcilik hikayesi de yavaş yavaş harlanıyor. Economist’in ‘sefiller diye tanımladığı Avrupalı girişimcilerin durumu pek de Amerikalı derginin tanımladığı gibi değil aslında. İki dünya savaşına ev sahipliği yapmış topraklarda aşırı boyutlara ulaşmış risk algısı girişimcilik kültürüne oldukça zarar verdiği için, kıta genelinde kökleri eskiye dayanan girişimcilik sekteye uğradı. Yeni yeni düzelen bu algıya ek olarak ekosistemin öneminin kavranması ile öncelikle Londra, son zamanlarda da Berlin ve Münih odağında start-uplar hız ve güç kazanmaya başladı. Londra’nın daha bilinen ve eski bir örnek olmasından hareketle merceği Almanya’ya tutarak bu hareketlenmenin boyutlarına bir göz atalım:

Münih: Kimlik Değişimi

Tek başına bir ülke olsa Avrupa’nın 8. büyük ekonomisine sahip olacak olan Bavyera eyaletine başkentlik yapan Münih, bölgenin nimetlerinden yararlandıkça gücü artan bir şehir. Ekonomik olarak sahip olduğu gücün yanına güçlü bir uluslararası ulaşım ağını ekleyen Bavyera ve Münih, ağır sanayi ve tarımla özdeşleşmiş kimliğini ters yüz ederek yüksek teknolojili firmalara ev sahipliği yapan bir kimliğe büründü. Bu kimlik değişiminin izleri 1990’lara uzanıyor. Bu döneme kadar MAN, BMW gibi ağır topların liderliğinde ilerleyen bölge 90’ların ortalarında yaşadığı resesyon ile çıkmaza girdi. Kamu müdahalesi ile hayat verilen bölge doğru bir strateji ve finansman ile kabuk değiştirmeye başladı: ileri teknoloji-yüksek riske dayanan endüstri. Kamu bankalarının risk sermaye fonları yaratarak bu yeni endüstrinin yeni oyuncularını teşvik etmesi ile sistem ayakları üzerine oturmaya başladı.

Kamu müdahalesi ve risk sermayesi boyutlarına ek olarak bölgenin teknik bilgi kapasitesine de dikkat çekmek gerek. Zira risk sermayesinden bahsederken Amerika örneğinde işleyen model kalitesinde bir risk sermayesinden bahsetmiyoruz. Buradan doğan açığı bölgenin üst düzey üniversite ve araştırma kuruluşları kapatmaya çalışmaktalar. Fraunhofer, Münih Teknik Üniversitesi, Max Planck adlarını duymuş olanlarınızın sayısı oldukça fazladır sanırım…

Berlin: Şehrin Dinamizminin Girişimcilik ile Dansı

Münih özelinde Bavyera’nın ileri teknolojili endüstrilerinin bir tamamlayıcısı olarak Berlin, internet teknolojileri alanında start-uplara ev sahipliği ile sivrilmekle meşgul. Berlin’in dinamizmi, kültürel kodları, uygun fiyatlarda sunduğu yüksek yaşam kalitesi kendine has bir çekim noktası oluşturuyor. Siftahlayamamış olsak da okuduğumuz kadarıyla St. Oberholz Cafe örneğinden bahsetmenin yeridir diye düşünüyorum. Berlin’de bulunan iki katlı bu kafe mevcut ekosistemin küçük bir örneklemi gibi: rahat bir kafe ortamı, laptopları ile çalışan genç girişimciler, yetenek ve fikir arayan yatırımcılar, girişimin temellerinin atılabileceği ucuz apartman daireleri… Bugün 20 milyon kullanıcıya ulaşan SoundCloud, E-Bay’in 200 milyon dolar ödeyerek satın aldığı Brands4Friends gibi başarılı girişimler yolları Oberholz Cafe ile bir şekilde kesişenlerden birkaçı. 


Şehrin büründüğü bu yeni yapı, doğal olarak yatırımcıların ilgisini çekmekte. 2009’da 64 start-up 48 milyon dolar yatırım alırken, 2011’in ilk 3 çeyreğinde 81 start-up için 136 milyon dolarlık yatırım sağlandı. Bu finansal akışın orijinleri de Kaliforniya’dan Londra’ya geniş bir yelpazede uzanan melek yatırımcılar ve risk sermayeleri.

Almanya özelinden çıkarak resmin tamamına bakacak olursak; öncelikle girişimcilik ekosistemi ve kültürü açısından transatlantik boyutta halen ciddi bir fark olduğunun altını çizmek gerekir. İstatistikle ifade etmek gerekirse; Silikon Vadisi’nin ekosistemi Londra’nın ekosisteminden 4,5, Berlin’in ekosisteminden ise 12 kat daha büyük durumda. İkinci bir unsur olarak ileri teknolojili sektörlerde ve internet girişimlerinde büyük oyuncuların tamamı halen Amerika’da yer alıyor. Avrupa bu pencereden bakıldığında emekleme evresinde. Eski kıta için pozitif olan nokta ise geçmişe kıyasla Avrupa için bir heyecan yaratılmış durumda. Aradaki fark kapanır mı kapanmaz mı bilinmez ama yetenekli girişimciler, melek yatırımcılar, risk sermayesi grupları ve yazılımcılar Avrupa için istenilen ekosistemi yavaş yavaş yaratıyorlar.





0 yorum: