EBİLTEM blog sayfasına hoşgeldiniz.

Üniversite-Sanayi İşbirliği, Teknoloji Transferi, Patent, Avrupa Birliği Projeleri, Teknoloji Trendleri ve İnovasyon...

ShareThis

11 Ocak 2013 Cuma

Mimari Yapılanmalarda Yeni Trend: Eco House



Gelişen dünyada her geçen gün birçok şey farklılaşmaya başladı. Tüketim, alışkanlıklar, kolaylıklar, kaynağa hızlı erişim gibi talepler ve faaliyetler, insanların yaşam standartlarını ve kalitesini belirlemeye başlayan değişkenlerden yalnızca bir kaçı. Diğer bir taraftan bu taleplerin karşılanması adına harcanan eforun, çevreye etkileri de rahatsız edici bir hal alma yolunda ilerliyor.

Bir bakıma bunlara bir çözüm olarak sürdürülebilir kaynak kullanımı temeline dayandırılmış bir kavram ortaya çıktı, Eco House. Adından da anlaşılabileceği gibi ekolojik düzene yandaş ortamlarda yaşama olanağı sunabilecek yapılanma olgusudur aslında. 2000 lerde ortaya çıkan ve hızlı bir yükseliş ve kabullenme ivmesi gösteren bu kavram ve uygulama, kişilere çevre dostu ve doğal bir yaşam alanında hayatlarını sürdürebilme olanağı sunmaktadır.
Bu yapılanmalar
  • Eğimli arazilerde kullanılabilmekte.
  • Yalıtımlarının iyi olabilmesinden kaynaklı havayı içerde tutma adına son derece etkili.
  • Yapıların içinde doğal bir hava sirkülasyonu ve doğal aydınlanma sağlayabilmekte.
  • Yapımında geri dönüşümü mümkün (kerpiç, saman) malzemelerin kullanılabilmesine olanak sağlamakta.
  • Fotovoltaik ve solar paneller yardımıyla ihtiyaç duyulan enerjiyi üretebilmekte.
  • Bünyesinde bulunabilen tanklar sayesinde suyu depolayabilme imkânı sunabilmektedir.

Eco Houselar, kullanıldığı malzeme açısından standartlar yapılardan farklı bir duruş sergiler. Geri dönüşümlü ve ağırlıklı olarak kompozit materyal kullanımı, bunları temin etme konusunda faaliyet gösteren firmaların veya firmalar içinde bir işkollarının oluşumasına sebep olmuştur. Günümüzde sadece söz konusu yapıların inşası için malzeme üretimi yapan firmalar dahi bulunmaktadır.

İsminde “House“ olmasından kaynaklı Eco House ları sadece bir bina veya ev olarak algılanmaması gerekmektedir aslında. Zira mimari yapılanmasının yanı sıra, bünyesinde kendisine ait bir felsefeyi ve tarzı barındıran bir yaklaşımdır. Mevcut şehir merkezlerinde bulunan bazı yapılar bu felsefeye uygun restore edilmeye başlandı bile. Kişiler bütünsel olarak olmasa da kısmen bu yaklaşımın bir ucundan yakalamaya çalışmakta. Yaklaşımın totalde etkilerini, evsel atıkların azaltılması, enerjinin ve suyun tasarruflu kullanılması ve çevreye duyarlılığın artırarak kaynakların sürdürülebilirliğini sağlaması şeklinde sayabiliriz.

Çevre bilincinin her geçen gün artması veya diğer bir deyişle artması gerekliliği, insanları bu tarz uygulamalara itmekte.  Zira çevreye verdiğimiz zararlar artık göz ardı edilemez bir hale gelmiştir. Dolayısıyla da enerjinin, suyun, sağlıklı yaşam alanlarının, korunması ve kullanılmasın noktasında herkesin sahip üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.




Kaynaklar:




Enerjide Yeni Umut "Kaya Gazı"



Dünyadaki teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucunda ülkelerinin enerji gereksinimlerini hızla arttırmaktadır. Her ne kadar yeni teknolojiler enerji kullanımı açısından cimri olarak tasarlansalar da yine de enerjiye ihtiyaç duymaktalar. Bu nedenle ülkeler mevcut kaynakları verimli kullanabilmenin yollarını ararken diğer taraftan da alternatif enerji kaynakları arayışına girmiştir. Örneğin jeotermal enerji önceleri sadece sağlık amaçlı kaplıca olarak kullanılmasına rağmen son yıllarda elektrik elde etme ve ısıtma amaçlı kullanılmaya başlamıştır. Gerek günlük yaşantımız içinde gerekse endüstriyel alanda bir enerji kaynağına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu enerji ihtiyacının başında önce elektrik enerjisi daha sonra ısınma amaçlı ve ısıtma amaçlı fosil yakıtlar gelmektedir. Fakat 20. Yüzyıl itibariyle dünya üzerinde ekonomik ve teknolojik gelişmelerin hızlanması enerjiye olan gereksinimi arttırmış neticede mevcut olan kaynakların sınırlı olduğu ve bir gün bu kaynakların tükeneceği gerçeği alternatif enerji kaynaklarına yönelimi arttırmıştır. Bırakın endüstriyel alanı yaşamın sürekliliğinin sağlanması açısında sonlu fosil yakıtlara alternatif oluşturacak enerji uygulamalarına hız verilmiştir.  Hal böyle olunca ülke politikalarının belirlenmesinde önem büyük ölçüde enerjiye verilmektedir. Kendi kendine enerjisini sağlayabilen ya da bu potansiyele sahip olan ülkeler uluslararası arenada önem kazanmaktadır. Böyle bir potansiyele sahip olmak hem ekonomik hem politik hem de ülkelerin refah içinde yaşaması için güç sağlamaktadır.
Yakın geçmişe baktığımızda yaşanılan krizlerin çoğunun petrole dayalı olduğunu görüyoruz. Bu konudaki ilk kriz 1973 ‘de yaşanmış. Bu kriz sonrası petrol fiyatlarında anormal bir artış meydana gelmiş bu da sanayileşmiş ülkeleri alternatif enerji kaynakları arayışına itmiştir. Güneş, rüzgâr, hidrojen, hidroelektrik ve jeotermal kaynaklar buna örnektir. Doğada sürekli var olan faktörlere dayalı olan bu kaynakların en önemli özelliği ise yenilenebilir olmaları ve doğaya zarar vermemeleridir. Tükenir fosil kaynağa alternatif arayışı çalışmaları farklı enerji uygulamalarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu uygulamalarda içinde bazı araştırmacılar ve enerji uzmanları tarafından ''içinde bulunduğumuz 10 yılın en büyük enerji inovasyonu’’ olarak adlandırılan kaya gazı ön plana çıkmaktadır.

Son yıllarda adından çok fazla bahsettiren kaya gazı kayaçların gözeneklerinde yer alan küçük miktardaki doğal gazlardır. Fakat her kaya, kaya gazı içermemektedir. Bunun için kayaların belirli özelliklere sahip olması gerekmektedir. Tanımda da bahsedildiği gibi öncelikle kayaç gözenekli olmalı ve organik malzeme açısından zengin olmalıdır. Şeyl tipi kayaçlar çok küçük gözenekli ve organik malzeme açısından zengin tortul kayaçlar olduğundan kaya gazının oluşumuna uygun bir ortam sağlamaktadır. Bu nedenle kaya gazı şeyl gazı olarak da adlandırılmaktadır.

Başta Amerika olmak üzere, Çin ve bazı Avrupa ülkeleri konuyla ilgili çalışmalarını sürdürmektedir.   Amerika 2000'li yılların başından beri kaya gazı çalışmalarına yönelmiş ve çok sayıda kaya gazı sondaj kuyusu açmıştır. ABD Enerji Enformasyon dairesi verilerine göre Amerika, Kuzey Avrupa ve Çin kaya gazı rezervleri yüksek olan bölgeler olarak görünmektedir. Özellikle ABD’ den sonra Çin’de önümüzdeki beş yılı planlarken kaya gazını en ön sıralara almış durumdadır.

Dünya enerji devleri arasında yer alan firmalar kaya gazının çıkarılmasına ait yöntem geliştirmek adına ARGE faaliyetlerini arttırmış durumdadır. Konuyla ilgili ufak çapta bir araştırma yapıldığında dahi bu konuda alınmış pek çok patente rastlamak mümkün. Bu da gösteriyor ki kaya gazı üretiminde çalışan uluslararası firmalar konuya büyük önem vermekteler. Tabi bu dünya üzerinde açılacak yeni kuyular ve istihdam anlamına da gelmektedir. Polonya; en yüksek petrollü şeyl ve kaya gazı rezervleri bulunan bir Batı Avrupa ülkesi olarak gösterilmekte ve dünya genelinde gaz arayan yaklaşık on iki civarında şirket gelecek birkaç yıl içinde Polonya’da kaya gazı deneme kuyuları açma taahhüdünde bulunmaktadır. Kaya gazının petrole dayanan gaz fiyatlandırmasının sonu olabileceği düşünülmektedir. Çoğu ekonomiste göre başta Rusya olmak üzere, önemli gaz üreticileri, kaya gazındaki gelişmelerden rahatsız olmakta ve gaz ihracatçıları kendilerini baskı altında hissetmektedir. Kaya gazının bu ve daha pek çok nedenden pozitif etkilerinin olacağı düşünüldüğü gibi  birde madalyonun öbür yüzüne bakmakta yarar var.
Kaya gazı çalışmalarını destekleyen ve gelecekte alternatif enerji kaynağı olarak gören düşünceler karşısında kaya gazının çıkartılması ve üretimine yönelik çalışmaların çevreye vereceği zararı sorun olarak gören düşünceler de mevcut. İşte bu noktada kaya gazı nasıl çıkartılıyor bir göz atalım.  Genel olarak kaya gazı çıkartma yöntemi aşağıdaki aşamaları içeriyor.

1. Teknik olarak hidrolik kırılma olarak bilinen “Fracking” işlemi gaz taşıyan kaya katmanlarının içinde kırılmalar üretip yeryüzüne çıkarmak için su basıncını kullanıyor.
2. Bu noktada su öncelikle toprakla ve süreci hızlandırmak için kullanılan katkı maddeleriyle karıştırılıyor. Bunlar, yer altı su kaynaklarını kirletmemesi için çelik boruların içinden kilometrelerce aşağıya doğru, gaz içeren katmanın içine enjekte ediliyor.
3. Yaklaşık 90 gün sonra, kırılma süreci duruyor ve gaz küçük yüzey toplayıcılarının ve dağıtım ünitelerinin içine akmaya başlıyor. Böylece bu süreç bu şekilde onlarca yıl devam ediyor.

Kaya gazı sondaj kuyularının açılımı esnasında ve sonrasında oluşabilecek olası durumlara örneklerle göz atacak olursak ;İngiltere’ de gazın çıkartılmasına yönelik kullanılan yöntemler sonucu bölgede küçük depremlerin yaşanması üzerine önce yasaklanmış fakat daha sonra yapılan değerlendirmeler sonucu tekrar serbest bırakılmıştır. Fransa’da da çevresel kaygılarla kaya gazı çalışmaları yasaklanmıştır. Amerika’da karşı gruplar kırılma esnasında kullanılan katkı maddelerinden kaygı duymaktadır. Fakat İngiliz Caudrilla isimli şirket herhangi bir sağlık problemine yol açmayan katkı maddeleri kullanarak bu sorunu bertaraf ettiğini vurgulamaktadır.  Örneğin Weeton bölgesinde kullanılan katkı maddesi, su-kum karışımının yüzde 99,75′i oldukça seyreltilmiş hidrolik asit, biyosid ve birçok kozmetikte kullanılan kimyasal madde olan poliakrilamid içermektedir. Düşündüren diğer bir konu da kaya gazı üretim yöntemleri esnasında büyük ölçüde enerji ve su kullanılmaktadır. Yüksek oranlarda kullanılan enerji ve suyun çeşitli yollardan çevre kirliliği yaratabileceği düşünülmektedir. Ayrıca şeyl kayaları hidrolik çatlatma sıvıları kuyu borularında çok yoğun bulunduğu takdirde bu sıvıların yeraltı su kaynakları kanalıyla yeryüzüne sızması ve taşınması ihtimaliyeti de bulunduğu çeşitti kaynaklarda belirtilmiştir. Bununla beraber konunun otoriteleri kaya gazı arama ve üretme esnasında oluşabilecek olası risklerin bir takım uygulamalarla bertaraf edilebileceğini belirtmektedirler. Örneğin sondaj kuyularının düzgün betonlanası ile sızıntıların önüne geçilebilir. Yine yer sarsıntıları çalışmanın büyük bir titizlikle planlanması ile önüne geçilebilir. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi terazinin her iki kefesini de dolduracak artılar ve eksiler mevcut. Ama yaygın görüş geleceğin umudu olduğu yönünde.
Dünyada durum böyleyken acaba Türkiye’ de durum nasıl? ABD Enerji Enformasyon dairesi verilerine göre Türkiye’de hatırı sayılır bir rezerve sahip. Türkiye, Alp Dağları ile Himalaya Dağları'nı birleştiren coğrafi yapı üzerinde bulunuyor. Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi'nde petrol, Trakya'da ise doğal gaz üretiliyor. Kaya gazının da petrol ve doğalgaz üretimi yapılan dağlık bölgelerde, dağları oluşturan kayaların gözeneklerinde olduğu biliniyor. Güneydoğu ve Trakya'nın yanında, Tuz Gölü ve çevresinde, denizlerimizde kaya gazı yatakları olabileceği tahmin ediliyor. Türkiye’nin ne kadar rezerve sahip olduğu konusunda henüz kesin olarak bilinmemekle beraber çeşitli kaynaklara göre Türkiye’nin rezervi 13 trilyon, üretilebilir miktarı ise 1.8 trilyon metreküp.  Uluslararası arenada çalışmalarını yürüten pek çok firma tüm dünyada konuyla ilgili yatırım arayışına geçmiş durumda. Türkiye’ de bu anlamda favori ülkelerden biri gibi görünmektedir. Özellikle İngiliz- Hollanda enerji devi Shell’ den sonra Exxon’ da TPAO ile anlaşma imzalama yolunda. Türkiye’ de Maden Tetkik Arama Enstitüsü Konya ve Niğde’ de bir takım çalışmalar yapmıştır. Kısa dönem için Türkiye’nin enerji sorununa çözüm getirmese de daha geniş zaman yayılmış projelerle çözümler bulunabilir. Araştırmalar gösteriyor ki Türkiye her yıl 50 milyar dolardan fazla enerji ithalatı yapıyor. Kullandığı enerjinin %75'ini, petrolün %92'sini, doğalgazın %98'ini ithal eden ülkemiz için kaya gazı önemli bir enerji alternatifi olabilir. Düşünceler kaya gazının enerji kaynağı olarak kullanılmasının, ülkemizin doğal gaz da yurt dışına ve özellikle de Rusya'ya olan bağımlılığını azaltacağı yönünde artmakta. Enflasyonun, işsizliğin, cari açığın en büyük nedeni olarak gösterilen enerji ithalatı, kaya gazının kullanılmasıyla birlikte düşürülebileceği söylemler arasında yer almaktadır. Ülkemizin herhangi bir yerinde üretilecek kaya gazı, ülkenin bütün doğal gaz ihtiyacını karşılayabilir ve ilave istihdam oluşturabilir. Bununla beraber yurtdışında da kaya gazı kullanımının artmasıyla yeni bir gelir kaynağı bile elde edilebilir.
Sonuç olarak pek çok pozitif yönüyle geleceğin enerji kaynağı olan kaya gazı gerek enerji fiyatları ve gerekse enerjide bağımlılık konularında yeni ufuklar açabileceği gibi eğer doğru şekilde ve oluşturulması gereken mevzuatlara uygun çıkarılmazsa tam tersi doğal yaşamı kötü bir noktaya da sürükleyeceği görünmektedir.

Jeoloji Mühendisi
Patent Uzmanı 


Kaynaklar:
Enerji Enstitüsü
Maden Tetkik Arama Enstitüsü
Polonya Enerji Politikası ve Şeyl Gazı (Kaya Gazı) Çıkarılması (Ahmet Cangüzel TanerFizik Yüksek Mühendisi )
Dünya Gazetesi
U.S. Geological Survey   http://www.usgs.gov/ 
U.S Energy Information Administration  http://www.eia.gov/



10 Ocak 2013 Perşembe

Değişim Yönetimi: Hiç Değişme Hep Böyle Kal!



Değişim Yönetimi: Hiç Değişme Hep Böyle Kal!


Değişim heyecan verici olabilir ancak aynı zamanda zorludur. Yeni rakipler, pazarlar ve teknolojiler bizi sürekliliği olan bir değişime zorlar. Siz de bu değişime göğüs germek ve başarılı bir geçiş sürecini yönetmek için çabalarsınız.

Değişim kaynağı hem içten hem de dıştan gelebilir. Ekonomik bir kriz, yeni bir yasanın varlığı, yeni bir ortak veya yeni bir proje organizasyonunuz da hem stratejik değişimlere hem de operasyonel değişimlere neden olabilir. Değişim, radikal tek seferlik değişimler olabileceği gibi sürekli iyileştirmeye yönelikte olabilir. Değişim programları birçok kategori de incelenebilir. Bunlardan bazıları;
  • Yapısal Değişim: Genel performansı arttırmaya yönelik girişimlerdir. Yeni bir liderin gelişi, şirket ortaklığı, terfiler tetikleyici olabilir.
  • Maliyet Düşürücü Değişim: Gereksiz aktivitelerin operasyonlardan çıkarılmasıdır. Uzun dönem ortaklık anlaşmaları, birim fiyatın düşürülmesi, dış kaynak kullanımı başlıca değişim nedenleridir.
  • Proses Değişimi: İşlerin nasıl yapıldığına odaklanılır. Yeni bir teknolojinin entegrasyonu örnektir.
  • Kültürel Değişim: Operasyonel değerler, davranış biçimleri, ilişki yönetimi ve çalışanlar ile ilgili değişimlerdir. Katılımcı yönetim, müşteri odaklı düşünceye yönelim başlıca örneklerdir.
  • Stratejik Amaç Değişimi: Stratejik eğilime, ana amaca ve misyona yönelik değişimlerdir. Tek ürün satmak yerine anahtar teslim sistem çözümlerine geçiş ve yerel pazardan global pazarlara geçiş tetikleyicidir.
Değişim hangi kategoriye girerse girsin kaynağı ne olursa olsun her zaman için yıkıcı ve travmatik zamanları beraberinde getirir. Bu nedenle de çoğu kurum ve lider tarafından dikkate alınmayarak görmezden gelinir. Ama değişimi bir tehdit olarak görmektense bunu bir fırsat yaratma şansı olarak görmelisiniz.

Değişime Hazır Mısınız?

Bir organizasyonun değişimi başarılı ile gerçekleştirebilmesi için değişime hazır olması gerekir. Yani çalışanlar ve organizasyon yapısı olarak değişimi uygulayabilecek kapasiteye sahip olması önemli bir gösterge. Bunun için sahip olmanız gereken 3 temel koşul var.



·   Organizasyon yapısının her seviyesinde efektif bir liderlik: Beceriksiz liderler organizasyon performansına ve değişim yeteneğine engeldir. Organizasyon çok iyi bir ücret, yan faydalar ve uygun bir ortam sağlasa bile yetkin olmayan liderler çalışanları değişim için motive edemezler.

·   Çalışanların kişisel olarak değişime motive olması: Değişim ancak çalışanların mevcut durumdan yeterince memnuniyet duymadığı zaman, değişim için çaba harcamayı ve yeni bir şeyler yapmanın riskini kabul etmesi ile gerçekleşebilir.

· Organizasyonun işbirliği yapmaya hazır olması: Efektif değişim motive tarafların işbirliğine isteğini gerekli kılar.

Değişime Hazırlan

Organizasyonunu hazırlamak için takip etmen gereken 3 ana adım var.

1     1.  Katılımcı çalışmayı Destekle

·  Karar verme mekanizmasını en düşük seviyelere kadar indir. Kendi kararlarını uygulamak kendi etkinliklerini daha iyi algılamalarını sağlayacaktır.
·  Bilgiyi özgürce paylaş. Bilgi bir organizasyona hayat veren kandır. Bilginin alınması ve yayımı esnek, hızlı bir değişim için en kritik nokta.
·   İki yönlü iletişim: Konuş ama mutlaka dinle.
·   Çalışanların değişimin nedenini algılamasına yardımcı ol.
  1. Çalışanlarınızın fikirlerini özgür bırakın
·  Çalışanlarınızın özgürce düşüncelerini paylaşmaları katkı vermelerini de sağlayacaktır. Çalışanların seslerinin duyulduğunu bilmesi değişimi sahiplenmelerini sağlayacaktır.
·   Değişime olan direnci anlamaya çalışın ve çalışanların endişelerini ciddiyetle ele alın.
  1. Organizasyonunuzdan korkuyu uzaklaştırın
·  Organizasyon kültürü eğer korku ağırlıklı yönetiliyorsa değişim kapasitesine sahip değildir. Korku çalışanların riskten uzaklaşmalarını, iletişimi azaltmalarını ve sadece kendi işlerini yapmalarına neden olur. Bu durum ek olarak üretkenliği, ürün ve servisteki kaliteyi düşürerek organizasyonlara pahalıya mal olmaktadır.

Değişimi Uygula ve Destekle

Değişim programının uygulanması organizasyonun bütün seviyelerinin çabalarına ihtiyaç duyacaktır. Bu nedenle basit, esnek ve etkilenen bütün seviyelerden katkı alınarak hazırlanması gerekir.

İddialı hedefleri olan planlar organizasyonu hataya sürükleyebilir. Bu nedenle planların yönetilebilir ve başarılabilir modüllerden ulaşması gerekmektedir. Her zaman söylediğimiz gibi rollerin ve sorumlulukların açıkça belirlenmesi ve organizasyonun bu konuda bilgilendirilmesi karışıklıkların oluşmasını önleyecektir.



Değişim programlarında destek aktiviteler, uygulamalarda en büyük yardımcılardır. Pilot programlar hazırlayarak çalışanlarınıza yönetilebilir büyüklükte ve başarılabilir kriterlerle daha küçük problemlerle başa çıkmaları için fırsat verebilirsiniz. Bu size daha geniş kapsamlı değişimler için pratiklik sağlayacaktır.

Eğitim Programları ile çalışanlarınızın yeteneklerini geliştirebilir ve değişime daha efektif katkılar vermelerini sağlayabilirsiniz.

Ödül sistemleri kullanarak çalışanlarınızın çabalarını kısa dönem kazanımları ile değerlendirerek ödüllendirebilirsiniz.

Değişime önderlik etmek şaşırtıcı derecede zorluklar içerir. Birçok insan için değişim şuan yaptığı şeyin yanlış olduğunu kabul etmektir ve bu durumun kabul edilmesi bireyler için zordur. Bu nedenle değişimin sadece organizasyon için değil çalışan için de daha iyi olacağının algılatılması gerekmektedir ve bu karşılaşılacak en büyük zorluktur.

Bir diğer önemli zorlukta değişimin kendi içinde bağlantısı olan bütün parçalar üzerinde etkisi olması ve biranda birçok değişikliğin yapılmaya çalışmasıdır. Bu durumda bazen çözmeye çalıştığımızdan daha büyük problemler yaratabilmektedir.

Planlar her zaman için belli esneklikler ile oluşturulur. Değişim programı planını ele alırken değişimin barındırdığı bütün belirsizlikleri göz önünde bulundurarak esnek, hızlı ve çalışanların kendi kararlarını alarak uygulamasına izin verecek şekilde hazırlanmasına dikkat edilmelidir.




Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr


Kaynaklar:

Change Management, Harward Business Publishing
Choosing Strategies for Change, John P. Kotter, ve Leonard A.Schlesinger, Harward Business Review
Decoding Resistance to Change, Jeffrey D. Ford ve Laurie W.Ford, Harward Business Review

8 Ocak 2013 Salı

e-bülten Yayınlarını Derledik


Bildiğiniz gibi son bir buçuk yıldır e-bülten yayını üzerinden güncel çalışmalar, teknoloji trendleri, patent, inovasyon ve Ar-Ge proje destekleri hakkında yazdık çizdik. Daha sonra baktık ki, bu yazılarımızı blog üzerinden tek noktadan üyelerimize ulaştırmak hem daha kolay hem de daha etkin olacak. Tasarımımızı yaptık, gerekli güncellemeleri gerçekleştirdik ve Blog sayfamızı yayına aldık. Kısa zamanda 11.000 kez ziyaret edildi. Yeni yazılarımız ile ziyaretçi sayımızı arttırmayı amaçlıyoruz.

e-bülten ile yayınlanan eski yazılarımıza ulaşabilmeniz için hepsini tek dosyada derledik. Blog yayınından önce çıkardığımız 14 adet e-bülten yayınına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Gösterdiğiniz ilgi için EBİLTEM olarak teşekkür ederiz.

Mustafa Çakır

4 Ocak 2013 Cuma

Mobile World Congress 2013 Bizi Bekliyor!




Geçen senelerde de katıldığımız fuara, bu sene yine KOSGEB desteğini de alarak firmalarımızla beraber katılacağız.
Geçen sene dönüşümüzde Herkes Burada, Apple Nerede? demiştik bu sefer de bir şey değişmeyecek gibi gözüküyor ama bunun yanında Huawei, Nokia, Samsung, ZTE, Ericsson, Google, ARM, Visa ve daha birçoğu şimdiden yerini almış durumda.
Bu sene de, 2012 yılında olduğu gibi birinci sınıf bir konferans, 1500’ün üzerinde stand bekleniyor. Sektör liderleri ile aynı ortamı paylaşma ve tanışma fırsatı yanında, sağlanacak yeni işbirliklerinin potansiyeli 100.000’in üzerindeki fuar ziyaretçisinin katılımını garanti ediyor.
25-28 Şubat 2013 tarihlerinde “World Mobile Congress 2013 , Barselona” kapsamında bu sene de ikili görüşme etkinliğimiz olacak. Etkinlik, KOSGEB Desteği (%50 hibe) ile gerçekleştirilecek.
2012 yılında, 27 Ülkeden 500 firma 600 teknoloji profili ile katılmış ve 3 gün boyunca 1000’ in üzerinde toplantı gerçekleşmişti. Bunun sonucunda işbirlikleri imzalanmış ve birçok firmanın temasları gelecek işbirlikleri için sürmekte.

Siz de katılım göstermek istiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Katılımcılardan Son Haberler


UBUNTU Mobil olarak geri dönüyor
UBUNTU işletim sisteminin arkasındaki firma Canonical, 2013 sonunda artık mobil telefonlarda yer alacaklarını bildirdi. MWC’ de ilk gösterimi ile yer olacak firma, tek bir OS üzerinden hem PC ler de hem de mobil telefonlarda aynı şekilde çalışan bir sistem ile pazarda iyi bir yer edinecek gibi gözüküyor.
Apple ve HTC Patent Davalarını bırakıp lisanslama anlaşmasına geçtiler
Apple ve HTC karşılıklı olarak açtıkları patent ihlal davalarından vazgeçerek lisanslama anlaşması imzaladı. Her ne kadar içerik gizli tutulsa da yapılan açıklamalara göre hem mevcut davalara konu olan patentler hem de gelecek patent ihlal durumları anlaşmaya dahil edilmiş. 2010 yılında Apple’ın HTC’ye açtığı ilk dava ile başlayan süreç şimdilik bitmiş gözüküyor.
Bu arada, Nokia ve RIM’de aynı yolu tercih ederek bir lisanslama anlaşmasına imza attılar. Nokia kablosuz ağ teknolojisinin ihlali nedeni ile açtığı davayı kazanmış ve RIM’ im Blackberry lerinde kullandığı WLAN teknolojisinin kullanımını lisansa bağlamasını sağlamıştı.
Facebook Mobil Reklamlardan Umutlu
Facebook son çeyrekte mobil reklamlardan elde ettiği geliri iki katına çıkaracağını öngörüyor.  Her ne kadar mobile geçiş süreci Facebook için zorlu da olsa gerçekten mobile odaklanılarak ve güçlü reklam trendleri kullanılarak mobil reklam gelirlerinden daha çok kazanacak gibi gözüküyor. Ek olarak hisse değeri de artıyor, Facebook hisseleri yeni yıla 28$ olarak girdi ve JPMorgan 35$ hedefini belirlemiş.
Google Play Apple Store’un Peşinde
Ekim 2012 verilerine göre Apple Store’un geliri hala 4 kat fazla ancak Ocak- Ekim arasındaki gelir artışlarına bakıldığında Goole Play %311 artarken Apple Store %12,9 olduğu görülüyor.
2012’i perdelerini kaparken mobil dünyasından en dramatik anlardan güzel bir derleme olmuş. Bir göz atın derim.


Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr



2 Ocak 2013 Çarşamba

Patent Sınıflandırmasında Yeni Dönem



Patent Sınıflandırmasında Yeni Dönem
Patent sınıflandırma sistemini, patent dokümanlarının düzenli bir şekilde kategorize edilmesi için kullanılan bir araç olarak tanımlıyoruz. Bu sistemin temel amacı, patent dokümanlarında yer alan teknolojik ve yasal bilgilere ulaşımı kolaylaştırmak. Patent sınıflandırması, başvuruların yenilik ve buluş basamağı kriterlerine göre değerlendirmesinde ve yayınlanmış patent dokümanlarına daha kolay erişim sağlanmasında kullanılıyor.

Ayrıca, farklı teknoloji alanlarındaki gelişmelerin değerlendirilmesinde ve stratejik kararların verilmesinde kolaylaştırıcı rol üstlenen istatistiklerin hazırlanmasına hizmet ederek karar vericilere gelecek ile ilgili önemli tüyolar veriyor. Bu değerli verileri okuyup kendi işinize uygun hamleyi yaparak oyunu lehinize çevirmek size kalmış. Peki, bu sistem uluslararası düzlemde nasıl işliyor ve yeni değişiklikler neler getirecek?

Uluslararası patent sınıflandırması (IPC) ve Avrupa patent sınıflandırması (ECLA) patentlerin teknik sınıflandırmasında en çok kullanılan ve bilinen iki sistem olarak karşımıza çıkıyor. Bunlara ek olarak küresel ekonominin başoyuncusu ABD’de kullanılan USPC adında bir patent sistemi daha bulunuyor. Bu üç sınıflandırma sistemine ufak bir göz atacak olursak;

Uluslararası Patent Sınıflandırması (IPC): Dünya Fikri Mülkiyet Organizasyonu (WIPO) tarafından yönetilen çok taraflı uluslararası bir anlaşma temeline dayanıyor. Türkiye dâhil 100 ülke tarafından kullanılıyor. Derinliklerinde 70.000 alt kategori ve sembol mevcut.

ABD Patent Sınıflandırması (USPC): Derinliklerinde 150.000 alt kategori ve sembol mevcut.

Avrupa Patent Sınıflandırması (ECLA): Patent başvurularının sınıflandırılmasında Avrupa Patent Ofisi tarafından kullanılan patent sınıflandırma sistemidir. Derinliklerinde 145.000 alt teknoloji kategorisini barındırıyor. Uluslararası Patent Sınıflandırmasının genişletilmiş hali olarak tanımlanıyor. ANCAK, 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren Cooperative Patent Classification (CPC) kullanımı ile birlikte ECLA miladını dolduran bir sınıflandırma sistemi olarak raflardaki yerini aldı.

Yepyeni Bir Patent Sınıfı Doğuyor!
Cooperative Patent Classification (CPC): ABD Patent Ofisi (USPTO) ve Avrupa Patent Ofisi'nin (EPO) IPC tabanlı ayrı ayrı sınıflandırmalar kullanmaları bazı karışıklıklara sebebiyet verebiliyordu. Cooperative Patent Classification (CPC) adı verilen bu yeni sınıflandırma sistemi ile bu karışıklıkların önüne geçilmesi amaçlanıyor. İki majör patent sistemi birleşerek, 250.000’den fazla sembol ve teknoloji kategorisi tek çatı altında toplanıyor.

  • ECLA sınıfı temel alınarak geliştirilen bu yeni sistemde daha önce kategorize edilemeyen teknolojilere artık bir alt sınıf bulunabilecek. Bu sayede patent konusunda çalışanların yeni göz bebeği haline gelecek olan CPC ile tekniğin bilinen durumu araştırmaları artık daha etkili yapılabilecek.
  • CPC ile alt-grup başlıkları daha açıklayıcı hale getirilerek ilgili teknoloji-sembol eşleşmesinin daha sağlıklı yapılabilmesine olanak sağlanmış.
  • Sembol değişikliklerine bakacak olursak, ECLA sisteminde yer alan alfa numerik karakterler CPC’ de yerini tamamen rakamlara bırakıyor. Aslında yeni sistem biraz daha IPC benzeri bir hal alıyor.  

Tabi bu değişiklikler, var olan milyonlarca patent dokümanının yeniden sınıflandırılması anlamına geliyor! Bu dokümanların çok dikkatli bir şekilde CPC sistemine göre yeniden sınıflandırılması gerekli. Eğer bu geçiş sırasında beklenilenin aksine hatalı sınıflandırmalar yapılırsa, yeni sistem patent araştırmacılarının ve kullanıcıların güvenini çabuk kaybedebilir.
Keyifli araştırmalar dilerim:)



Kaynaklar:



InTeLS-TR Projesi – KOBİ’ler için Uluslararası Ticaret Alanında E-Eğitim Projesi


Geleneksel iş yapma yöntemleri ve kısıtlı kaynakları nedeniyle uluslararası rekabette zorlanan KOBİ'ler için ihracatı öğrenmek artık çok kolay. Avrupa Birliği'nin desteğiyle hayata geçirilen KOBİ'lerin Uluslararası Ticaret Alanında Elektronik Ortamda Eğitimi (InTeLS-TR) Projesi, KOBİ'lere ve dış ticaret alanında çalışmak isteyen öğrencilere ihracatı, animasyon ve oyunla öğretiyor.

InTeLS-TR Nedir?
InTeLS-TR “International Trade e-Learning suite for SMEs in TuRkey” ifadesinin kısaltmasıdır.

İhracat Oyunu ve Eğitimi ile Dünyaya Açılmadan Önce KOBİ’ler için Dış Ticaret Deneyimi
InTeLS-TR İhracat Oyunu'nun senaryosu, küçük ölçekli bir firma üzerine kurulu. Oyunun en önemli amacı ihracat yaparak şirketinizin kâr etmesini sağlamak. Oyun kapsamında hedef ülkelerin bir ihracat departmanı çalışanı olarak seçilmesinin ardından pazarlanacak ürün ve kalite düzeyi kararlaştırılıyor. Hedef pazar ve ürününüze en uygun reklam ve pazarlama stratejilerini de geliştirerek ihracat yapıyorsunuz. Uluslararası rekabet ortamında, etkili bir iş girişiminin nasıl tasarlanıp başarıya ulaştırılacağını basit ama eğlenceli bir şekilde gösteren oyun, proje kapsamında üretilen e-kitap ve animasyon ile desteklendiğinde kalıcı öğrenmeyi sağlıyor (Kaynak: dunya.com).

InTeLS-TR projesi, sadece KOBİ’ler için değil dış ticarete ilgi duyan öğrenciler için de ihracatı kalın kitaplar yerine animasyonlar ve gerçeğine uygun oyunlar yardımıyla hızlı bir şekilde öğrenme olanağı sunuyor. Dış Ticaret Eğitim Animasyonu ise interaktif ve sesli bir anlatımla kullanıcılara anlatıyor. Eğlenceli ve öğretici kurgusuyla izleyenleri sıkmayan animasyon uygulamasında, her bölümünün sonunda kullanıcıları kendilerini denemelerine ve edindikleri bilgileri pekiştirmelerine olanak sağlayacak "Şimdi Sıra Sizde" adlı soru bölümleri de yer alıyor.

Proje faaliyetleri ve etkinlikler hakkında detaylı bilgi almak ve proje dokümanlarını indirmek için bir tık yeter…

Sunum ve dokümanlara ise, InTeLS Dokümanlar bağlantısından ulaşabilirsiniz…

24 Aralık 2012 Pazartesi

San Francisco’dan Orta Avrupa’ya: Girişimcilikte Değişen Algılar, Kimlikler



Girişimciliğin kendine has bir ‘kültür’ ve ‘ekosistem’ üzerinde yükseldiği gerçeği ile tanıştıktan sonra politika yapıcılar boyutunda algının başarılı çekim noktalarına yönleneceğini hepimiz tahmin ediyorduk sanırım. Cumhurbaşkanının Amerika seyahati, bu seyahati takiben Silikon Vadisi ile kurulan bağlantıların artışı, teknogirişim desteği alan 10 girişimcinin vadiye gönderilmesi, ekosistem oluşturma konusunda atılan adımlar bu algı değişiminin somutlaştığı örneklerden sadece birkaçı.

Start-up ekosistemi olarak Amerika orijinli Silicon Valley ve Silicon Alley uzun süredir yalnız başlarına bu alanın lokomotifliğini yapmaktalar. Bu iki bölgenin diğer teknoloji hubları ile olan farkını ‘Startup Genome’un son çalışması ortaya koyar nitelikte. Startup ekosistemlerinin farklı parametrelerce değerlendirildiği kapsamlı çalışma bu iki bölgeyi ilk iki sıraya yerleştiriyor. En yakın rakipleri Londra ile aralarında da hatırı sayılır farklar mevcut.

Amerika’nın girişimcilik alanındaki liderliğini kabul etmekle beraber, krizle boğuşan Avrupa’nın kor halindeki girişimcilik hikayesi de yavaş yavaş harlanıyor. Economist’in ‘sefiller diye tanımladığı Avrupalı girişimcilerin durumu pek de Amerikalı derginin tanımladığı gibi değil aslında. İki dünya savaşına ev sahipliği yapmış topraklarda aşırı boyutlara ulaşmış risk algısı girişimcilik kültürüne oldukça zarar verdiği için, kıta genelinde kökleri eskiye dayanan girişimcilik sekteye uğradı. Yeni yeni düzelen bu algıya ek olarak ekosistemin öneminin kavranması ile öncelikle Londra, son zamanlarda da Berlin ve Münih odağında start-uplar hız ve güç kazanmaya başladı. Londra’nın daha bilinen ve eski bir örnek olmasından hareketle merceği Almanya’ya tutarak bu hareketlenmenin boyutlarına bir göz atalım:

Münih: Kimlik Değişimi

Tek başına bir ülke olsa Avrupa’nın 8. büyük ekonomisine sahip olacak olan Bavyera eyaletine başkentlik yapan Münih, bölgenin nimetlerinden yararlandıkça gücü artan bir şehir. Ekonomik olarak sahip olduğu gücün yanına güçlü bir uluslararası ulaşım ağını ekleyen Bavyera ve Münih, ağır sanayi ve tarımla özdeşleşmiş kimliğini ters yüz ederek yüksek teknolojili firmalara ev sahipliği yapan bir kimliğe büründü. Bu kimlik değişiminin izleri 1990’lara uzanıyor. Bu döneme kadar MAN, BMW gibi ağır topların liderliğinde ilerleyen bölge 90’ların ortalarında yaşadığı resesyon ile çıkmaza girdi. Kamu müdahalesi ile hayat verilen bölge doğru bir strateji ve finansman ile kabuk değiştirmeye başladı: ileri teknoloji-yüksek riske dayanan endüstri. Kamu bankalarının risk sermaye fonları yaratarak bu yeni endüstrinin yeni oyuncularını teşvik etmesi ile sistem ayakları üzerine oturmaya başladı.

Kamu müdahalesi ve risk sermayesi boyutlarına ek olarak bölgenin teknik bilgi kapasitesine de dikkat çekmek gerek. Zira risk sermayesinden bahsederken Amerika örneğinde işleyen model kalitesinde bir risk sermayesinden bahsetmiyoruz. Buradan doğan açığı bölgenin üst düzey üniversite ve araştırma kuruluşları kapatmaya çalışmaktalar. Fraunhofer, Münih Teknik Üniversitesi, Max Planck adlarını duymuş olanlarınızın sayısı oldukça fazladır sanırım…

Berlin: Şehrin Dinamizminin Girişimcilik ile Dansı

Münih özelinde Bavyera’nın ileri teknolojili endüstrilerinin bir tamamlayıcısı olarak Berlin, internet teknolojileri alanında start-uplara ev sahipliği ile sivrilmekle meşgul. Berlin’in dinamizmi, kültürel kodları, uygun fiyatlarda sunduğu yüksek yaşam kalitesi kendine has bir çekim noktası oluşturuyor. Siftahlayamamış olsak da okuduğumuz kadarıyla St. Oberholz Cafe örneğinden bahsetmenin yeridir diye düşünüyorum. Berlin’de bulunan iki katlı bu kafe mevcut ekosistemin küçük bir örneklemi gibi: rahat bir kafe ortamı, laptopları ile çalışan genç girişimciler, yetenek ve fikir arayan yatırımcılar, girişimin temellerinin atılabileceği ucuz apartman daireleri… Bugün 20 milyon kullanıcıya ulaşan SoundCloud, E-Bay’in 200 milyon dolar ödeyerek satın aldığı Brands4Friends gibi başarılı girişimler yolları Oberholz Cafe ile bir şekilde kesişenlerden birkaçı. 


Şehrin büründüğü bu yeni yapı, doğal olarak yatırımcıların ilgisini çekmekte. 2009’da 64 start-up 48 milyon dolar yatırım alırken, 2011’in ilk 3 çeyreğinde 81 start-up için 136 milyon dolarlık yatırım sağlandı. Bu finansal akışın orijinleri de Kaliforniya’dan Londra’ya geniş bir yelpazede uzanan melek yatırımcılar ve risk sermayeleri.

Almanya özelinden çıkarak resmin tamamına bakacak olursak; öncelikle girişimcilik ekosistemi ve kültürü açısından transatlantik boyutta halen ciddi bir fark olduğunun altını çizmek gerekir. İstatistikle ifade etmek gerekirse; Silikon Vadisi’nin ekosistemi Londra’nın ekosisteminden 4,5, Berlin’in ekosisteminden ise 12 kat daha büyük durumda. İkinci bir unsur olarak ileri teknolojili sektörlerde ve internet girişimlerinde büyük oyuncuların tamamı halen Amerika’da yer alıyor. Avrupa bu pencereden bakıldığında emekleme evresinde. Eski kıta için pozitif olan nokta ise geçmişe kıyasla Avrupa için bir heyecan yaratılmış durumda. Aradaki fark kapanır mı kapanmaz mı bilinmez ama yetenekli girişimciler, melek yatırımcılar, risk sermayesi grupları ve yazılımcılar Avrupa için istenilen ekosistemi yavaş yavaş yaratıyorlar.





19 Aralık 2012 Çarşamba

Ar-Ge Yatırımlarımız Artıyor: Peki 2023 Hedefleri Ne Kadar Yakın?



Türkiye’de “Ar-Ge ve İnovasyon” kavramları, biz daha inovasyonu Türkçeleştirmeye çalışırken iyice hayatımızın bir parçası haline geldi. Avrupa İşletmeler Ağı’nın (EEN) dahil olduğu 51 Ülkenin birçoğunda katıldığımız toplantılarda hep ortak sorunları tartışarak iyi uygulamaları birbirimize uygulamaya çalışıyoruz. Yalnız bizde de değil bütün dünyada aynı şeyler tartışılıyor. Ve sonuç olarak herkes yeni pazarlar bulmak, Ar-Ge yatırımlarını arttırmak ve bunların hızla geri dönüşlerini almak istiyor. Ve evet, Türkiye son yıllarda özellikle Avrupa’nın kendi içinde kriz ile boğuştuğu günlerde büyük bir potansiyel olarak görülüyor.
Peki, Türkiye’de gerçekten bir şeyler değişiyor mu yoksa kötünün iyisi bir konumda mıyız? Aslında Ar-Ge ve inovasyon göstergeleri olarak sayılabilecek Ar-Ge harcamaları TÜBİTAK’ın geçtiğimiz günlerde açıkladığı son rakamlara göre 2011 yılında %20.4’lük bir artış göstermiştir. Tabii asıl önemli olan gösterge Ar-Ge harcamalarının GSYİH (Gayri Safi Yurt içi Hâsıla)’deki yüzdesi 0,84’ten 0,86’ya yükselmiştir.  2004 yılından beri kazanmış olduğu ivmeyi son 3 yıldır kaybetmiş gözüken Türkiye için 2023 stratejisinde konulan %3 hedefinin de gerçekliğinin tartışmaya açık olduğu aşikârdır.

Diğer bir önemli göstergede, yine 2011 yılına göre Tam Zaman Eşdeğer(TZE) Ar-Ge Personeli sayısı 92 bine, TZE Araştırmacı sayısı 72 bine ulaşmıştır. Bu noktada TZE Ar-GE Personeli sayısında 2010 yılına göre %13,5’luk bir artış gözlenmektedir.

Günümüzde, Avrupa’daki kriz ve Apple, Nokia gibi firmaların haberleri ile iyice popüler hale gelen FMH (Fikri Mülkiyet Hakları), artık ülkelerin yeni ortak odakları olmuş gözüküyor. Bizde de durum aynı aslında, 2002 yılından beri gözlenen yükselen artış grafiği yerel patent başvurularında da devam ediyor. Ancak ülkelerin beklentileri bu patentler ile yeni pazarlar yaratma bunları lisanslamak veya sağladığı haklarla pazarlarda avantaj sağlamak olunca, yerel korumanın yanında dış pazarları da hedeflemek gerekiyor. Bu durumda özellikle EPC ve PCT başvurularının son 3 yılda göstermiş olduğu hareketlilik yapılan Ar-Ge çalışmalarının kalitesinin arttığını ve ticarileştirme açısından sınırları aşabilecek bazı atılımların da gerçekleştiğini göstermektedir. Tabii hareketlilik olarak verdiğimiz rakamlar henüz 2011 yılı için 43 PCT ve 82 EPC başvurusu olduğunu belirtmekte fayda var. Bu noktada artış yüzdeleri geçtiğimiz yıllara oranla fazla olsa da dikkate alınması toplamın azlığı nedeni ile anlamsızdır.

Türkiye’de mevcut durum göstergeleri bir artışı gösterse de 2023 hedefleri için ivmenin yakalanamadığı görülmektedir.

Geçtiğimiz aylarda açıklanan Türkiye Üniversite Endeksi bu ivmeyi etkilemeye aday gibi gözüküyor. Her ne kadar kullanılan göstergeler ve sıralamalar hala tartışılıyor olsa da Türkiye’de ilk defa üniversiteler, üniversite sınavları dışında sıralamaya sokulmuş ve bir rekabetin de başlama düdüğü çalınmıştır. Şuan Türkiye’de bulunan 172 üniversiteden girişimcilik ve inovasyon aktivitelerini dikkate alarak ilk 50’yi belirleyen Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı her yıl açıklayacağı bu endeks ile üniversiteler arasında yaratacağı rekabetin olumlu çıktılarını alacaktır.

Nitekim yine son aylarda önemli bir konu olan Üniversitelerde Teknoloji Transfer Ofislerinin kurulması için açıklanan TÜBİTAK 1513 hibe programına başvuru için getirilen “Üniversite Endeksinde” ilk 50’de olma ön şartı endeksin önemini arttırmış ve üniversitelerin FMH, Ar-Ge, girişimcilik ve inovasyon konularında ivedi olarak atılımlar içine girmesini sağlamıştır.

Ar-Ge ve inovasyon konusunda hala yönümüzün pozitif olduğu görülüyor. Ancak İsrail, Kore gibi küçük ülkelerden büyük değerlerin çıkmasını sağladığı artık kabul edilen inovasyonun yine bu ülkelerdeki gibi Ar-Ge yatırımları ile desteklenmesi gerekmektedir.


Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr


Kaynak:
Türkiye Bilim, Teknoloji ve Yenilik Sistemi ve Performans Göstergeleri 2010
World Intellectual Property Indicators, 2012
EUREKA, Turkey Profile 2010
ERAWATCH COUNTRY REPORTS 2011: Turkey
İstatistik: TÜBİTAK, Turkstat, TPE