ShareThis

22 Kasım 2012 Perşembe

Atlantik’in İki Yakasından: Patent Sistemleri ve Gelecek Tartışmaları

Küresel çapta etki gösteren büyük değişimlerin çıkış noktasına ulaşmak için öncelikle Atlantik’in iki yakasına bakılması gerektiği, dünya tarihi boyunca sayısız kez tecrübe edilmiş olsa gerek. Önemi giderek artan fikri mülkiyet politikaları için de Atlantik’in iki yakasında yeni ve alışılmışın ötesinde gelişmeler yaşanıyor.
Avrupa ve Amerika küresel denge politikasının bir sonucu olarak önemli birçok konuda farklı kutuplarda konuşlanmışlardır. Patent dünyası açısından da bu durum geçerliydi. Fakat son gelişmeler sonrası yıllardır kullanılan köklü sistemler birbirlerine doğru adım atmaktalar. 16 Eylül 2011’de Başkan Obama’nın imzaladığı Leahy-Smith America Invents Act (AIA), Atlantik’in kuzeyi açısından kırılmanın gerçekleştiği an oldu. Yasa ile uzun yıllardır değiştirilmeden uygulanan Patent Kanunu Amerika adına ilk kez büyük bir revizyondan geçmiş oldu. Amerika’da bu gelişmeler yaşanırken Kıta Avrupası’nda da yaklaşık 30 yıldır mücadelesi verilen birleşik patent sistemi için önemli adımlar atılmakta. Bu iki değişimin detaylarına ve yaratacağı potansiyel değişikliklere geçmeden önce kırılmanın sebebinden bahsedelim. Öncelikle iki model arasındaki farkın yılda yaklaşık 6 milyar $’lık bir kayba yol açtığı tahmin ediliyor. Yakınlaşmanın beraberinde getireceği maddi kazancın yanında başvuru süreçlerindeki harmonizasyon ile her iki taraf için de süreçlerin basitleşmesi ve teşvik edilmesi söz konusu. Bu basit sistematiğin inovatiflik üzerinde çarpan etkisi yaratarak uzun vadede katkı sağlaması bekleniyor.
Amerika: Yıllar sonra gelen değişim
16 Mart 2013 tarihi ile birlikte Amerikan patent sistemi bahsi geçen yasa ile köklü değişikliklere uğramış olacak. En büyük değişiklik kuşkusuz patent sahipliğine ilişkin. ‘First to Invent’ modelinden ‘First to File or Publish’ modeline geçiş olarak tanımlanan değişim ile başvuru aşamasında ‘önce başvurana’ öncelik tanıyan modele geçiş yaşandı. Böylece aynı buluş üzerinde hak iddia eden iki buluşçudan önce başvuran patent alma hakkı kazanacak. Eski sistemde USPTO bu çatışma durumlarına müdahil olarak belirli kriterlere göre (diligence / reduction to practice / evidence of conception) inceleme gerçekleştirmekteydi. Bu model Avrupa kıtasına hakim ‘first to file’ modeli ile aynı gibi gözükse de Amerikan modelindeki ‘hoşgörü süresi’(grace period) önemli bir fark yaratmaya devam etmektedir. Değişiklik paketinin içine dahil edilmeyerek korunmaya devam eden hoşgörü süresi, buluşun açıklanmasından sonra buluş sahibine başvuru için 1 yıllık bir marj sağlamaktadır. Bu durumu ‘first to file’ modeli ile birleştirdiğimizde Amerikan patent sisteminin kendine has yeni modeli ile karşılaşmış oluyoruz. Küçük bir örnekle görselleştirmek gerekirse; buluşçu A, hoşgörü süresine dayanarak B’nin kendisinden önce yaptığı başvuruyu geçersiz kılarak kendi başvuru hakkını koruyabilecektir. Yani yayın düzleminde bir esneklik sağlanmış durumdadır.
Avrupa Birliği: Sadeleştirme
Avrupa Birliği’nin entegrasyon tarihçesi, önce düğümler atıp sonradan basitleştirme çabalarının da bir tarihçesidir aslında. Yapısal fonlardan sosyal destek mekanizmalarına kadar tüm konularda bu eğilimi kolayca fark edebilmekteyiz. Patent dünyası için de yaklaşık 40 yıldır devam eden bir basitleştirme savaşının sonuna gelmek üzereyiz. Halen yürürlükte olan sistemde Münih merkezli Avrupa Patent Ofisi üzerinden Avrupa çapında patent başvurusu yapmak mümkün. Sistemin sorunlu kısmı bu başvurunun koruma talep edilen ülke dillerine çevrilmesi. Zira ilk başvuru İngilizce, Almanca veya Fransızca dillerinden birinde yapılabilmekte. Bu da Avrupa çapı için patent başına maliyeti ortalama 32.000 €’ya yükseltiyor. ABD için maliyetin 1.850 € civarında gezindiğini düşünürsek aradaki farkı daha kolayca anlayabiliriz.
Konsey’in 2011 yılında yeşil ışık yaktığı Avrupa Birliği Patenti (unitary patent) ile buluşçular yine EPO üzerinden İngilizce, Almanca ve Fransızca dillerinde patent başvurusu yapabilecek ve tescil sonrası tercihe bağlı olarak ek çeviriye ihtiyaç duymadan patent sistemindeki tüm ülkelerde tek tescil ve hukuki yaptırım gücü kazanacak. 27 üyeli Avrupa Birliği’nde İspanya ve İtalya dışında kalan 25 ülke sisteme dahil olmak istediklerini beyan etmiş durumdalar.  ‘Avrupa Patenti’ adıyla bildiğimiz mevcut sistem de bir opsiyon olarak korunmaya devam edecek. Toparlarsak tescil sonrası buluşçu;
  • Avrupa Patenti opsiyonunu seçerek istediği ülkelerde koruma sağlama yolunu,
  • Avrupa Birliği Patentini seçerek simultane şekilde 25 ülkede bölgesel bir koruma sağlama yolunu,
tercih edebilecektir. Yeni modelin odak merkezleri de uzun politik mücadeleler sonrası belirlendi. Buna göre ‘Avrupa Patent Mahkemesi’nin merkezi Paris’te yer alacak.  Münih ve Londra’da da alt ofisler yer alacak. Bu ofisler sırasıyla makine mühendisliği ve eczacılık / kimya ile ilgili patentler üzerinde çalışacak.     
    
Yakınlaşma  
Atlantik’in iki yakasında yaşanan bu gelişmeler önemli bir pozisyon değişikliği. Japonya ile birlikte inovasyona yön veren iki odak merkezinin birbirine yakınlaşan patent sistemleri, ticari ve ekonomik dengeler üzerinde somut izler bırakacaktır. Halen hoşgörü süresi gibi önemli farklar bulunsa da gelinen nokta, daha fazla yakınlaşma için umut vericidir. Küresel rekabette Çin, Hindistan gibi aktörlerin yeni pozisyonları Atlantik’in iki yakasındaki eski oyuncuları el sıkışmaya zorlamakta.
Kısacası küresel piyasalar küresel koruma mekanizmalarını zorunlu kılıyor.
Mevcut sistemler de küresel bir modele doğru evrimleşerek bu zorunluluğa adapte olmaya çalışıyor…

Semih ERDEN
                                                                                                                                                        


0 yorum: