EBİLTEM blog sayfasına hoşgeldiniz.

Üniversite-Sanayi İşbirliği, Teknoloji Transferi, Patent, Avrupa Birliği Projeleri, Teknoloji Trendleri ve İnovasyon...

ShareThis

25 Ocak 2013 Cuma

Yazılımda Ar-Ge



Bilişim, dünyada en hızlı büyüyen sektörlerin başında gelmektedir. Bu alanda yapılan çalışmalar ve yatırımlar ülkemizde de teşvik edilmekte ve desteklenmektedir. Yazılım alanında faaliyet gösteren firmaların Ar-Ge ve yenilik çalışmalarının ulusal ve uluslararası destek programlarından etkin şekilde faydalanılarak arttırılması hedeflenmektedir. Bu kapsamda KOSGEB, TÜBİTAK, TTGV, Kalkınma Ajansları gibi çeşitli kurumlar hibe destek programları sunmaktadır. EUREKA, EUROSTARS ve AB 7. Çerçeve Programı gibi uluslararası programlar da firmalarımıza kaynaklar sağlamaktadır.

Bilim ve Teknolojide Ar-Ge ve Yenilik

OECD çatısı altında oluşturulan “Bilim ve Teknoloji Göstergeleri Hakkında Ulusal Uzmanlar Çalışma Komitesi”, 1963 yılından beri bu konu üzerinde çalışmaktadır. Bu çalışmalar sonucunda, uluslararası genel kabul görmüş bilim, teknoloji ve yenilik sistemi kavramlarını içeren Frascati, Oslo ve Canberra Kılavuzları oluşturulmuş ve zaman içerisinde geliştirilmiştir.

10 Mart 2005 tarihli Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu’nun 2005/7 sayılı Kararı ve 2005/9 sayılı Başbakanlık Genelgesi uyarınca projelerin değerlendirilmesinde OECD tarafından hazırlanmış olan Oslo ve Frascati kılavuzlarındaki Ar-Ge ve Yenilik kavram ve tanımları dikkate alınmaktadır.

Frascatı kılavuzu Araştırma ve deneysel geliştirmeyi (Ar-Ge), "insan, kültür ve toplumun bilgisinden oluşan bilgi dağarcığının artırılması ve bu dağarcığın yeni uygulamalar tasarlamak üzere kullanılması için sistematik bir temelde yürütülen yaratıcı çalışmalar" olarak tanımlamaktadır (OECD, 2002).

Osla kılavuzuna göre Yenilik, "işletme içi uygulamalarda, işyeri organizasyonunda veya dış ilişkilerde yeni veya önemli derecede iyileştirilmiş bir ürün (mal veya hizmet) veya süreç, yeni bir pazarlama yöntemi ya da yeni bir organizasyonel yöntemin gerçekleştirilmesidir. Bir ürün yeniliği, mevcut özellikleri veya öngörülen kullanımlarına göre yeni ya da önemli derecede iyileştirilmiş bir mal veya hizmetin ortaya konulmasıdır. Bu; teknik özelliklerde, bileşenler ve malzemelerde, birleştirilmiş yazılımda, kullanıcıya kolaylığında ve diğer işlevsel özelliklerinde önemli derecede iyileştirmeleri içermektedir" denilmektedir (OECD, 2005).

Yazılımda Ar-Ge ve Yenilik Nedir?
Yazılım sürekli gelişen doğası nedeniyle bu alanda Ar-Ge çalışmaları ile rutin değişikliklerin ayrımının yapılması diğer sektörlere göre daha zordur. Yenilik unsuru, Ar-Ge’nin diğer faaliyetlerden ayrılabilmesi için ana ölçüttür.

Bir yazılım veya alt yapının yeni bir uygulamaya ya da müşteriye uyarlanması için yapılan değişikler Ar-Ge kapsamı dışında olmakla birlikte, bir yazılımın belirli modüllerinin yeniden tasarlanması, teknolojisinin ve yapısının değiştirilmesi çalışmaları yeni bir Ar-Ge çalışması olarak değer kazanmaktadır. Bu nedenle halihazırda kullanılmakta yazılımlara katma değer katacak çalışmaları Ar-Ge faaliyetleri olarak nitelendirebiliriz.

Aynı şekilde, belirli bir konuda çözüm sağlayacak yeni yazılımların Ar-Ge değeri kazanabilmesi için uygulamanın ortaya koyacağı çözümlerin pazardaki rakip ürünlere kıyasla önemli yenilikler sunuyor olması gereklidir. Yeni süreçlerin veya yöntemlerin geliştirilmesi, teknolojik üstünlük sağlanması, uygulama ve veri alanlarında gelişmelerin uyarlanması Ar-Ge niteliğinde çalışmalardır. Ayrıca, ülkemizde üretilmemiş olan bir yazılımın yeniden geliştirilmesi yoluyla dışa bağımlılığı azaltıcı şekilde katma değer sağlayan projeler de Ar-Ge desteklerinden faydalanmaktadır.

Frascati Kılavuzu, yazılım geliştirme çalışmalarının Ar-Ge ayrımını şu şekilde belirtmektedir (OECD, 2002):

Ar-Ge Sayılabilecek Yazılım Geliştirme Çalışmaları
  • Teorik bilgisayar bilimleri alanında yeni teoremler ve algoritmalar geliştiren Ar-Ge çalışmaları,
  • İşletim sistemleri, programlama dilleri, veri yönetimi, iletişim yazılımları ve yazılım geliştirme araçları düzeyinde bilgi teknolojisinin geliştirilmesi,
  • Internet teknolojisinin geliştirilmesi,
  • Yazılımların tasarımı, geliştirilmesi, kurulumu veya korunması ile ilgili araştırmalar,
  • Bilginin yakalanması, iletilmesi, depolanması, geri alınması, manipüle edilmesi veya gösterilmesi anlamında jenerik (doğurgan) yaklaşımlarda ilerlemeler sağlayan yazılım geliştirme çalışmaları,
  • Bir yazılım programı veya sistemi geliştirmek için gerekli olan teknoloji bilgisindeki boşlukları doldurmayı amaçlayan deneysel geliştirme çalışmaları,
  • Bilgisayar alanının uzmanlaşılmış dallarındaki yazılım araçları veya teknolojileri üzerinde gerçekleştirilen Ar-Ge (resim işleme, coğrafi veri sunumu, karakter tanımlaması, yapay zeka ve diğer alanlar).

Ar-Ge Sayılamayacak Yazılım Geliştirme Çalışmaları
  • Bilinen yöntemleri ve mevcut yazılım araçları kullanılarak ticari uygulama yazılımları ve bilgi sistemleri geliştirilmesi,
  • Mevcut sistemler için destek,
  • Bilgisayar dillerinin dönüştürülmesi ve/veya tercüme edilmesi,
  • Uygulama programlarına kullanıcı işlevselliğinin eklenmesi,
  • Sistemlerin hatalardan arındırılması,
  • Mevcut yazılımın uyarlanması,
  • Kullanıcı dokümantasyonunun hazırlanması.

Yazılım Ar-Ge ve Yenilik Çalışmalarına Batı-BİNOM desteği
EBİLTEM, BASİFED, TÜBİTAK ve bölgenin öncü kuruluşları tarafından hayata geçirilen Batı Anadolu’da 13 ilde çalışmalarını sürdüren "Batı Anadolu Bilişim ve Elektronik Bölgesel İnovasyon Merkezi" Batı-BİNOM, bilişim ve elektronik sektörünün küresel düzeyde rekabet edebilir olması, inovasyona ilişkin fırsatların yaratılması, sektör için bölgedeki inovasyon potansiyelinin harekete geçirilmesi, firmaların Ar-Ge ve inovasyon gücünün artırılarak rekabette güçlü kılınması amacını taşımaktadır.

Merkez, 2011 yılından beri girişimci, akademisyen ve firmalarımızın yeni fikir ve projelerini kuruluşlar, akademisyenler ve uzmanları bir araya getirerek sektörün inovasyon yapma yeteneğini artıran, teknoloji işbirlikleri ve projeler ile Ar&Ge potansiyelini geliştiren, en uygun finansal desteği bularak katma değeri yüksek projelerin hayata geçirilmesini sağlamaktadır. Bu kapsamda 44 girişimci ve firmadan proje talepleri Batı-BİNOM’a iletilmiştir. Proje talepleri konu uzmanları ile eşleştirilerek değerlendirilmelerinin yapılması sağlanmış ve 32 projenin çalışmaları Merkez’in yoğun katkılarıyla başlatılmıştır. Batı-BİNOM yardımıyla finansal destek başvuruları tamamlanan 11 projeden 8’i olumlu cevap alarak desteğe hak kazanmıştır.

Ar-Ge konusunda sorularınız ve projelerinizin Ar-Ge niteliğinin en üst düzeye çıkarılarak doğru desteklerden faydalanmanız için sizleri de Batı-BİNOM’a bekliyoruz.

Batı-BİNOM Proje Yöneticisi 


Kaynakça:

  • Frascati Kılavuzu Araştırma ve Deneysel Geliştirme Taramaları İçin Önerilen Standart Uygulama, ISBN 975-403-352-X - © OECD 2002
  • Oslo Kılavuzu Teknolojik Yenilik Verilerinin Toplanması ve Yorumlanması için Önerilen İlkeler, ISBN 975-403-362-5 - © OECD/AVRUPA BİRLİĞİ 2005

17 Ocak 2013 Perşembe

Enerjide Küresel Kaymalar: Kaya Deyip Geçme!


2012’nin en belirgin özelliklerinden biri olarak Çin’in küresel konumunu daha da çok konuşur hale gelmemizi söyleyebiliriz sanırım. Yayınlanan ciddi gelecek projeksiyonlarının çoğunda ABD’nin önüne geçeceği tahmin edilen Çin, en kritik alanlardan birinde daha liderliği devralmış durumda: patent başvuruları.

Çin’in bu baskın büyüme ve ilerleyişi küresel politik konumlanmaları sarsarak devam ederken ABD kanadını mutlu edebilecek bir veri açıklandı 2012 Kasımında. Uluslararası Enerji Kurumunun yayınladığı World Energy Outlook 2012 raporuna göre ABD, 2020 yılı itibari ile petrol üretiminde Suudi Arabistan’ı geçmiş olacak.  Tarihi boyunca günde 10 milyon varilin üzerine çıkamayan ABD’nin 2020 yılında günde 11.1 milyon varil petrol üretmesi bekleniyor. Son yıllarda aşağı yönlü bir seyir izleyen ABD petrol üretimi için böylesi bir sıçrama öngörülmesinin altında yatan sebep ise Şist kayalarından petrol ve gaz elde etme teknolojisi. Geliştirilen teknolojinin gaz ve petrol elde etme maliyetlerini makul seviyelere düşürmesi, enerji politikaları açısından bir kırılma yaratabilecek potansiyele sahip. Daha da somut örnek arayanlar için konuyu Türkiye’nin cari açığına dahi bağlayabiliriz. Zira yaşanan inovatif kırılma kömür fiyatlarını düşüreceği için, Türkiye dahil birçok ülkenin kömür ithalatında artış yaşaması bekleniyor. İnovasyonun küresel boyutta nelere yol açabileceği açısından hoş bir örnek olduğunu düşünüyorum.

Teknolojinin ortaya çıkışını takiben gözler doğal olarak rezerv sahibi bölgelere çevrildi. Burada da yine Çin’den söz etmek durumundayız! Enerji tüketiminde de Amerika’yı arkasında bırakan Çin şist rezervlerinden yararlanmak için çalışmalara başlamakta gecikmedi. ABD’deki çalışmalara görsel olarak göz atmak isteyenler ise böyle buyursunlar. Daha da detay isteyenleri blog yazarlarımızdan Özgür’ün şu yazısı ile baş başa bırakıyorum!

İnovasyon ile küresel enerji piyasasının bir bileşeni haline gelen şist kayaları, kısa vadede aktif bir oyuncu olacak gibi. Fakat hem ABD hem de Çin enerji teknolojileri alanında asıl kırılmaların yenilenebilir bataryalar, biyoyakıt gibi alanlarda gerçekleşeceğinin farkında O yüzden şist petrol ve gazı üzerindeki teknoloji geliştirme çalışmalarına paralel olarak bu alanlarda da yıkıcı yenilik arayışları devam ediyor, bize düşen ise elden geldiğince takip etmek…. 

14 Ocak 2013 Pazartesi

Büyüyen Elektronik Atık Tehlikesi



Teknolojinin ilerlemesi hayatımıza yeni kolaylıklar katmasına rağmen eskinin yerine hızla yeninin gelmesi elektronik çöplüğünün oluşmasına neden olmakta, çevreyi ve sağlığımızı olumsuz olarak etkilemektedir.
Elektronik atıklar yer kaplamaları ve zehirli maddeler içermeleri nedeniyle dünyada gittikçe büyüyen bir sorun haline gelmektedir. Uzmanlara göre dünyada hızlıca artış gösteren elektronik atıklar (kullanılan bilgisayar, monitör, yazıcı ve cep telefonları vs.) çevre için oldukça tehlike arz etmektir. Araştırmalar yılda yaklaşık 20 ila 50 milyon ton elektronik çöpün doğaya karıştığını göstermektedir. Dünyanın nüfus olarak en büyük ülkesi Çin’de kendi nüfusunun çoğunluğundan kaynaklanan elektronik çöplüğünün yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen atıkları da Guiyun kentinde barındırmaktadır. Kent halkı küçük işletmelerinde elektronik atıkların üzerindeki bakır ve altın gibi değerli maddeleri ayrıştırarak ekonomik gelir elde etmenin peşindelerken, geçim kaynağı haline getirdikleri atıkların ayrıştırılması işi sağlıklarını oldukça olumsuz yönde etkilemektedir. Guiyu’da yaşayanların % 88’inde cilt kanseri, sinir, solunum ve sindirim sistemi gibi rahatsızlıklar görülmektedir. Bu sorun sadece Çin’in Guiyu kentinin sorunu değil dünyadaki az gelişmiş olan ya da gelişmekte olan Afrika ülkelerinin de büyük bir sorunudur. Çin’in Guiyu kenti gibi Gana’nın başkenti Akra’nın eteklerinde dünyanın en büyük elektronik çöplerinden biri bulunmaktadır. Batı dünyasının gelişmekte olan ülkelere yaptığı bilgisayar bağışları, bugün dünyanın baş edemediği elektronik atık sorunu haline gelmiştir. Yoksulluğun kol gezdiği az gelişmiş bölgelerde e-atık çöplükleri yeni bir para kazanma yolu olarak görülmekte ve gün geçtikçe büyümektedir.
Gana’nın Akra şehrinde yanan siyah dumanlar ve bölgeyi saran pis plastik kokusu içerisinde insanlar hayatlarını devam ettirmeye çalışmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin bilgisayar çağına adapte olmasını isteyen Batı ülkeleri, onlarca yıl boyu Batı Afrika ülkelerine bilgisayar bağışında bulunmaktadır. Ancak bu iyi niyetli yaklaşım tam olarak amacına ulaşmanın yanı sıra hayatlarını devam ettirmek sıkıntı yaşayan Afrika halkına tehlikeli bir sanayi oluşumuna neden olmaktadır. Özellikle Gana halkına ihtiyacı olandan daha fazla elektronik malzeme gönderilmektedir. Bu da normal atıktan daha fazla atık oluşmasına o da daha fazla çevre kirliliğine ve sağlıksız yaşam ortamına neden olmaktadır. Birleşmiş Milletlerin (BM) çevre programına göre yılda 50 milyon tondan fazla elektronik atık üretilmektedir. Avrupa bunun yaklaşık yüzde 25’ini geri dönüştürebilmekteyken geri kalan kısmını ise bağış adı altında az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere göndermektedir. Büyük şirketlerin yasaların esnekliğinden faydalanarak ucuz donanımları, alt yapısı az gelişmiş olan ülkelere göndermeleri ve bu atıkların sadece çevre kirliliğine ve insan sağlığına zararlı hale gelmesinin yanı sıra siber suç kaynağı haline gelmesine de neden olmuştur. ABD Dışişleri Bakanlığına göre, Gana günümüzde siber suçların en yüksek olduğu ülkelerden biri haline gelmiştir. E-atık çöplüğünü mesken tutan hırsızların önemli bilgiler içeren sürücüleri çalmaya başlaması, e-atık çöplüklerinin zararlarının sadece çevreyle kısıtlı olmadığını göstermektedir. Birleşmiş Milletler e-atık çöplüklerinin bir nebzede olsa azaltmak için 1989 yılında Basel Anlaşması hazırlamıştır. Ancak birçok Avrupa ülkesi halen bu anlaşmayı imzalamamıştır. Örgüt hazırladığı bir raporla çevreye gösterdikleri duyarlılıklara göre büyük şirketleri listelemiş ve yayınlamıştır. Ancak bu liste çok fazla işe yaramamış olacak ki halen e-atık çöplükleri ile ilgili elle tutulur bir gelişme olmamıştır. Şu anda hayatımızı kolaylaştıran birçok elektronik aletin atık haline geldiğinde hayatımızı nasıl tehlikeye soktuğunu görmekteyiz. Bu durumun daha da ileriye gitmemesi için büyük elektronik şirketlerinin ve Avrupa ülkelerinin bir an önce bu duruma bir çare bulmalarını temenni etmekteyiz.  


11 Ocak 2013 Cuma

Mimari Yapılanmalarda Yeni Trend: Eco House



Gelişen dünyada her geçen gün birçok şey farklılaşmaya başladı. Tüketim, alışkanlıklar, kolaylıklar, kaynağa hızlı erişim gibi talepler ve faaliyetler, insanların yaşam standartlarını ve kalitesini belirlemeye başlayan değişkenlerden yalnızca bir kaçı. Diğer bir taraftan bu taleplerin karşılanması adına harcanan eforun, çevreye etkileri de rahatsız edici bir hal alma yolunda ilerliyor.

Bir bakıma bunlara bir çözüm olarak sürdürülebilir kaynak kullanımı temeline dayandırılmış bir kavram ortaya çıktı, Eco House. Adından da anlaşılabileceği gibi ekolojik düzene yandaş ortamlarda yaşama olanağı sunabilecek yapılanma olgusudur aslında. 2000 lerde ortaya çıkan ve hızlı bir yükseliş ve kabullenme ivmesi gösteren bu kavram ve uygulama, kişilere çevre dostu ve doğal bir yaşam alanında hayatlarını sürdürebilme olanağı sunmaktadır.
Bu yapılanmalar
  • Eğimli arazilerde kullanılabilmekte.
  • Yalıtımlarının iyi olabilmesinden kaynaklı havayı içerde tutma adına son derece etkili.
  • Yapıların içinde doğal bir hava sirkülasyonu ve doğal aydınlanma sağlayabilmekte.
  • Yapımında geri dönüşümü mümkün (kerpiç, saman) malzemelerin kullanılabilmesine olanak sağlamakta.
  • Fotovoltaik ve solar paneller yardımıyla ihtiyaç duyulan enerjiyi üretebilmekte.
  • Bünyesinde bulunabilen tanklar sayesinde suyu depolayabilme imkânı sunabilmektedir.

Eco Houselar, kullanıldığı malzeme açısından standartlar yapılardan farklı bir duruş sergiler. Geri dönüşümlü ve ağırlıklı olarak kompozit materyal kullanımı, bunları temin etme konusunda faaliyet gösteren firmaların veya firmalar içinde bir işkollarının oluşumasına sebep olmuştur. Günümüzde sadece söz konusu yapıların inşası için malzeme üretimi yapan firmalar dahi bulunmaktadır.

İsminde “House“ olmasından kaynaklı Eco House ları sadece bir bina veya ev olarak algılanmaması gerekmektedir aslında. Zira mimari yapılanmasının yanı sıra, bünyesinde kendisine ait bir felsefeyi ve tarzı barındıran bir yaklaşımdır. Mevcut şehir merkezlerinde bulunan bazı yapılar bu felsefeye uygun restore edilmeye başlandı bile. Kişiler bütünsel olarak olmasa da kısmen bu yaklaşımın bir ucundan yakalamaya çalışmakta. Yaklaşımın totalde etkilerini, evsel atıkların azaltılması, enerjinin ve suyun tasarruflu kullanılması ve çevreye duyarlılığın artırarak kaynakların sürdürülebilirliğini sağlaması şeklinde sayabiliriz.

Çevre bilincinin her geçen gün artması veya diğer bir deyişle artması gerekliliği, insanları bu tarz uygulamalara itmekte.  Zira çevreye verdiğimiz zararlar artık göz ardı edilemez bir hale gelmiştir. Dolayısıyla da enerjinin, suyun, sağlıklı yaşam alanlarının, korunması ve kullanılmasın noktasında herkesin sahip üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.




Kaynaklar:




Enerjide Yeni Umut "Kaya Gazı"



Dünyadaki teknolojik ve ekonomik gelişmeler sonucunda ülkelerinin enerji gereksinimlerini hızla arttırmaktadır. Her ne kadar yeni teknolojiler enerji kullanımı açısından cimri olarak tasarlansalar da yine de enerjiye ihtiyaç duymaktalar. Bu nedenle ülkeler mevcut kaynakları verimli kullanabilmenin yollarını ararken diğer taraftan da alternatif enerji kaynakları arayışına girmiştir. Örneğin jeotermal enerji önceleri sadece sağlık amaçlı kaplıca olarak kullanılmasına rağmen son yıllarda elektrik elde etme ve ısıtma amaçlı kullanılmaya başlamıştır. Gerek günlük yaşantımız içinde gerekse endüstriyel alanda bir enerji kaynağına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu enerji ihtiyacının başında önce elektrik enerjisi daha sonra ısınma amaçlı ve ısıtma amaçlı fosil yakıtlar gelmektedir. Fakat 20. Yüzyıl itibariyle dünya üzerinde ekonomik ve teknolojik gelişmelerin hızlanması enerjiye olan gereksinimi arttırmış neticede mevcut olan kaynakların sınırlı olduğu ve bir gün bu kaynakların tükeneceği gerçeği alternatif enerji kaynaklarına yönelimi arttırmıştır. Bırakın endüstriyel alanı yaşamın sürekliliğinin sağlanması açısında sonlu fosil yakıtlara alternatif oluşturacak enerji uygulamalarına hız verilmiştir.  Hal böyle olunca ülke politikalarının belirlenmesinde önem büyük ölçüde enerjiye verilmektedir. Kendi kendine enerjisini sağlayabilen ya da bu potansiyele sahip olan ülkeler uluslararası arenada önem kazanmaktadır. Böyle bir potansiyele sahip olmak hem ekonomik hem politik hem de ülkelerin refah içinde yaşaması için güç sağlamaktadır.
Yakın geçmişe baktığımızda yaşanılan krizlerin çoğunun petrole dayalı olduğunu görüyoruz. Bu konudaki ilk kriz 1973 ‘de yaşanmış. Bu kriz sonrası petrol fiyatlarında anormal bir artış meydana gelmiş bu da sanayileşmiş ülkeleri alternatif enerji kaynakları arayışına itmiştir. Güneş, rüzgâr, hidrojen, hidroelektrik ve jeotermal kaynaklar buna örnektir. Doğada sürekli var olan faktörlere dayalı olan bu kaynakların en önemli özelliği ise yenilenebilir olmaları ve doğaya zarar vermemeleridir. Tükenir fosil kaynağa alternatif arayışı çalışmaları farklı enerji uygulamalarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu uygulamalarda içinde bazı araştırmacılar ve enerji uzmanları tarafından ''içinde bulunduğumuz 10 yılın en büyük enerji inovasyonu’’ olarak adlandırılan kaya gazı ön plana çıkmaktadır.

Son yıllarda adından çok fazla bahsettiren kaya gazı kayaçların gözeneklerinde yer alan küçük miktardaki doğal gazlardır. Fakat her kaya, kaya gazı içermemektedir. Bunun için kayaların belirli özelliklere sahip olması gerekmektedir. Tanımda da bahsedildiği gibi öncelikle kayaç gözenekli olmalı ve organik malzeme açısından zengin olmalıdır. Şeyl tipi kayaçlar çok küçük gözenekli ve organik malzeme açısından zengin tortul kayaçlar olduğundan kaya gazının oluşumuna uygun bir ortam sağlamaktadır. Bu nedenle kaya gazı şeyl gazı olarak da adlandırılmaktadır.

Başta Amerika olmak üzere, Çin ve bazı Avrupa ülkeleri konuyla ilgili çalışmalarını sürdürmektedir.   Amerika 2000'li yılların başından beri kaya gazı çalışmalarına yönelmiş ve çok sayıda kaya gazı sondaj kuyusu açmıştır. ABD Enerji Enformasyon dairesi verilerine göre Amerika, Kuzey Avrupa ve Çin kaya gazı rezervleri yüksek olan bölgeler olarak görünmektedir. Özellikle ABD’ den sonra Çin’de önümüzdeki beş yılı planlarken kaya gazını en ön sıralara almış durumdadır.

Dünya enerji devleri arasında yer alan firmalar kaya gazının çıkarılmasına ait yöntem geliştirmek adına ARGE faaliyetlerini arttırmış durumdadır. Konuyla ilgili ufak çapta bir araştırma yapıldığında dahi bu konuda alınmış pek çok patente rastlamak mümkün. Bu da gösteriyor ki kaya gazı üretiminde çalışan uluslararası firmalar konuya büyük önem vermekteler. Tabi bu dünya üzerinde açılacak yeni kuyular ve istihdam anlamına da gelmektedir. Polonya; en yüksek petrollü şeyl ve kaya gazı rezervleri bulunan bir Batı Avrupa ülkesi olarak gösterilmekte ve dünya genelinde gaz arayan yaklaşık on iki civarında şirket gelecek birkaç yıl içinde Polonya’da kaya gazı deneme kuyuları açma taahhüdünde bulunmaktadır. Kaya gazının petrole dayanan gaz fiyatlandırmasının sonu olabileceği düşünülmektedir. Çoğu ekonomiste göre başta Rusya olmak üzere, önemli gaz üreticileri, kaya gazındaki gelişmelerden rahatsız olmakta ve gaz ihracatçıları kendilerini baskı altında hissetmektedir. Kaya gazının bu ve daha pek çok nedenden pozitif etkilerinin olacağı düşünüldüğü gibi  birde madalyonun öbür yüzüne bakmakta yarar var.
Kaya gazı çalışmalarını destekleyen ve gelecekte alternatif enerji kaynağı olarak gören düşünceler karşısında kaya gazının çıkartılması ve üretimine yönelik çalışmaların çevreye vereceği zararı sorun olarak gören düşünceler de mevcut. İşte bu noktada kaya gazı nasıl çıkartılıyor bir göz atalım.  Genel olarak kaya gazı çıkartma yöntemi aşağıdaki aşamaları içeriyor.

1. Teknik olarak hidrolik kırılma olarak bilinen “Fracking” işlemi gaz taşıyan kaya katmanlarının içinde kırılmalar üretip yeryüzüne çıkarmak için su basıncını kullanıyor.
2. Bu noktada su öncelikle toprakla ve süreci hızlandırmak için kullanılan katkı maddeleriyle karıştırılıyor. Bunlar, yer altı su kaynaklarını kirletmemesi için çelik boruların içinden kilometrelerce aşağıya doğru, gaz içeren katmanın içine enjekte ediliyor.
3. Yaklaşık 90 gün sonra, kırılma süreci duruyor ve gaz küçük yüzey toplayıcılarının ve dağıtım ünitelerinin içine akmaya başlıyor. Böylece bu süreç bu şekilde onlarca yıl devam ediyor.

Kaya gazı sondaj kuyularının açılımı esnasında ve sonrasında oluşabilecek olası durumlara örneklerle göz atacak olursak ;İngiltere’ de gazın çıkartılmasına yönelik kullanılan yöntemler sonucu bölgede küçük depremlerin yaşanması üzerine önce yasaklanmış fakat daha sonra yapılan değerlendirmeler sonucu tekrar serbest bırakılmıştır. Fransa’da da çevresel kaygılarla kaya gazı çalışmaları yasaklanmıştır. Amerika’da karşı gruplar kırılma esnasında kullanılan katkı maddelerinden kaygı duymaktadır. Fakat İngiliz Caudrilla isimli şirket herhangi bir sağlık problemine yol açmayan katkı maddeleri kullanarak bu sorunu bertaraf ettiğini vurgulamaktadır.  Örneğin Weeton bölgesinde kullanılan katkı maddesi, su-kum karışımının yüzde 99,75′i oldukça seyreltilmiş hidrolik asit, biyosid ve birçok kozmetikte kullanılan kimyasal madde olan poliakrilamid içermektedir. Düşündüren diğer bir konu da kaya gazı üretim yöntemleri esnasında büyük ölçüde enerji ve su kullanılmaktadır. Yüksek oranlarda kullanılan enerji ve suyun çeşitli yollardan çevre kirliliği yaratabileceği düşünülmektedir. Ayrıca şeyl kayaları hidrolik çatlatma sıvıları kuyu borularında çok yoğun bulunduğu takdirde bu sıvıların yeraltı su kaynakları kanalıyla yeryüzüne sızması ve taşınması ihtimaliyeti de bulunduğu çeşitti kaynaklarda belirtilmiştir. Bununla beraber konunun otoriteleri kaya gazı arama ve üretme esnasında oluşabilecek olası risklerin bir takım uygulamalarla bertaraf edilebileceğini belirtmektedirler. Örneğin sondaj kuyularının düzgün betonlanası ile sızıntıların önüne geçilebilir. Yine yer sarsıntıları çalışmanın büyük bir titizlikle planlanması ile önüne geçilebilir. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi terazinin her iki kefesini de dolduracak artılar ve eksiler mevcut. Ama yaygın görüş geleceğin umudu olduğu yönünde.
Dünyada durum böyleyken acaba Türkiye’ de durum nasıl? ABD Enerji Enformasyon dairesi verilerine göre Türkiye’de hatırı sayılır bir rezerve sahip. Türkiye, Alp Dağları ile Himalaya Dağları'nı birleştiren coğrafi yapı üzerinde bulunuyor. Türkiye'nin Güneydoğu Bölgesi'nde petrol, Trakya'da ise doğal gaz üretiliyor. Kaya gazının da petrol ve doğalgaz üretimi yapılan dağlık bölgelerde, dağları oluşturan kayaların gözeneklerinde olduğu biliniyor. Güneydoğu ve Trakya'nın yanında, Tuz Gölü ve çevresinde, denizlerimizde kaya gazı yatakları olabileceği tahmin ediliyor. Türkiye’nin ne kadar rezerve sahip olduğu konusunda henüz kesin olarak bilinmemekle beraber çeşitli kaynaklara göre Türkiye’nin rezervi 13 trilyon, üretilebilir miktarı ise 1.8 trilyon metreküp.  Uluslararası arenada çalışmalarını yürüten pek çok firma tüm dünyada konuyla ilgili yatırım arayışına geçmiş durumda. Türkiye’ de bu anlamda favori ülkelerden biri gibi görünmektedir. Özellikle İngiliz- Hollanda enerji devi Shell’ den sonra Exxon’ da TPAO ile anlaşma imzalama yolunda. Türkiye’ de Maden Tetkik Arama Enstitüsü Konya ve Niğde’ de bir takım çalışmalar yapmıştır. Kısa dönem için Türkiye’nin enerji sorununa çözüm getirmese de daha geniş zaman yayılmış projelerle çözümler bulunabilir. Araştırmalar gösteriyor ki Türkiye her yıl 50 milyar dolardan fazla enerji ithalatı yapıyor. Kullandığı enerjinin %75'ini, petrolün %92'sini, doğalgazın %98'ini ithal eden ülkemiz için kaya gazı önemli bir enerji alternatifi olabilir. Düşünceler kaya gazının enerji kaynağı olarak kullanılmasının, ülkemizin doğal gaz da yurt dışına ve özellikle de Rusya'ya olan bağımlılığını azaltacağı yönünde artmakta. Enflasyonun, işsizliğin, cari açığın en büyük nedeni olarak gösterilen enerji ithalatı, kaya gazının kullanılmasıyla birlikte düşürülebileceği söylemler arasında yer almaktadır. Ülkemizin herhangi bir yerinde üretilecek kaya gazı, ülkenin bütün doğal gaz ihtiyacını karşılayabilir ve ilave istihdam oluşturabilir. Bununla beraber yurtdışında da kaya gazı kullanımının artmasıyla yeni bir gelir kaynağı bile elde edilebilir.
Sonuç olarak pek çok pozitif yönüyle geleceğin enerji kaynağı olan kaya gazı gerek enerji fiyatları ve gerekse enerjide bağımlılık konularında yeni ufuklar açabileceği gibi eğer doğru şekilde ve oluşturulması gereken mevzuatlara uygun çıkarılmazsa tam tersi doğal yaşamı kötü bir noktaya da sürükleyeceği görünmektedir.

Jeoloji Mühendisi
Patent Uzmanı 


Kaynaklar:
Enerji Enstitüsü
Maden Tetkik Arama Enstitüsü
Polonya Enerji Politikası ve Şeyl Gazı (Kaya Gazı) Çıkarılması (Ahmet Cangüzel TanerFizik Yüksek Mühendisi )
Dünya Gazetesi
U.S. Geological Survey   http://www.usgs.gov/ 
U.S Energy Information Administration  http://www.eia.gov/



10 Ocak 2013 Perşembe

Değişim Yönetimi: Hiç Değişme Hep Böyle Kal!



Değişim Yönetimi: Hiç Değişme Hep Böyle Kal!


Değişim heyecan verici olabilir ancak aynı zamanda zorludur. Yeni rakipler, pazarlar ve teknolojiler bizi sürekliliği olan bir değişime zorlar. Siz de bu değişime göğüs germek ve başarılı bir geçiş sürecini yönetmek için çabalarsınız.

Değişim kaynağı hem içten hem de dıştan gelebilir. Ekonomik bir kriz, yeni bir yasanın varlığı, yeni bir ortak veya yeni bir proje organizasyonunuz da hem stratejik değişimlere hem de operasyonel değişimlere neden olabilir. Değişim, radikal tek seferlik değişimler olabileceği gibi sürekli iyileştirmeye yönelikte olabilir. Değişim programları birçok kategori de incelenebilir. Bunlardan bazıları;
  • Yapısal Değişim: Genel performansı arttırmaya yönelik girişimlerdir. Yeni bir liderin gelişi, şirket ortaklığı, terfiler tetikleyici olabilir.
  • Maliyet Düşürücü Değişim: Gereksiz aktivitelerin operasyonlardan çıkarılmasıdır. Uzun dönem ortaklık anlaşmaları, birim fiyatın düşürülmesi, dış kaynak kullanımı başlıca değişim nedenleridir.
  • Proses Değişimi: İşlerin nasıl yapıldığına odaklanılır. Yeni bir teknolojinin entegrasyonu örnektir.
  • Kültürel Değişim: Operasyonel değerler, davranış biçimleri, ilişki yönetimi ve çalışanlar ile ilgili değişimlerdir. Katılımcı yönetim, müşteri odaklı düşünceye yönelim başlıca örneklerdir.
  • Stratejik Amaç Değişimi: Stratejik eğilime, ana amaca ve misyona yönelik değişimlerdir. Tek ürün satmak yerine anahtar teslim sistem çözümlerine geçiş ve yerel pazardan global pazarlara geçiş tetikleyicidir.
Değişim hangi kategoriye girerse girsin kaynağı ne olursa olsun her zaman için yıkıcı ve travmatik zamanları beraberinde getirir. Bu nedenle de çoğu kurum ve lider tarafından dikkate alınmayarak görmezden gelinir. Ama değişimi bir tehdit olarak görmektense bunu bir fırsat yaratma şansı olarak görmelisiniz.

Değişime Hazır Mısınız?

Bir organizasyonun değişimi başarılı ile gerçekleştirebilmesi için değişime hazır olması gerekir. Yani çalışanlar ve organizasyon yapısı olarak değişimi uygulayabilecek kapasiteye sahip olması önemli bir gösterge. Bunun için sahip olmanız gereken 3 temel koşul var.



·   Organizasyon yapısının her seviyesinde efektif bir liderlik: Beceriksiz liderler organizasyon performansına ve değişim yeteneğine engeldir. Organizasyon çok iyi bir ücret, yan faydalar ve uygun bir ortam sağlasa bile yetkin olmayan liderler çalışanları değişim için motive edemezler.

·   Çalışanların kişisel olarak değişime motive olması: Değişim ancak çalışanların mevcut durumdan yeterince memnuniyet duymadığı zaman, değişim için çaba harcamayı ve yeni bir şeyler yapmanın riskini kabul etmesi ile gerçekleşebilir.

· Organizasyonun işbirliği yapmaya hazır olması: Efektif değişim motive tarafların işbirliğine isteğini gerekli kılar.

Değişime Hazırlan

Organizasyonunu hazırlamak için takip etmen gereken 3 ana adım var.

1     1.  Katılımcı çalışmayı Destekle

·  Karar verme mekanizmasını en düşük seviyelere kadar indir. Kendi kararlarını uygulamak kendi etkinliklerini daha iyi algılamalarını sağlayacaktır.
·  Bilgiyi özgürce paylaş. Bilgi bir organizasyona hayat veren kandır. Bilginin alınması ve yayımı esnek, hızlı bir değişim için en kritik nokta.
·   İki yönlü iletişim: Konuş ama mutlaka dinle.
·   Çalışanların değişimin nedenini algılamasına yardımcı ol.
  1. Çalışanlarınızın fikirlerini özgür bırakın
·  Çalışanlarınızın özgürce düşüncelerini paylaşmaları katkı vermelerini de sağlayacaktır. Çalışanların seslerinin duyulduğunu bilmesi değişimi sahiplenmelerini sağlayacaktır.
·   Değişime olan direnci anlamaya çalışın ve çalışanların endişelerini ciddiyetle ele alın.
  1. Organizasyonunuzdan korkuyu uzaklaştırın
·  Organizasyon kültürü eğer korku ağırlıklı yönetiliyorsa değişim kapasitesine sahip değildir. Korku çalışanların riskten uzaklaşmalarını, iletişimi azaltmalarını ve sadece kendi işlerini yapmalarına neden olur. Bu durum ek olarak üretkenliği, ürün ve servisteki kaliteyi düşürerek organizasyonlara pahalıya mal olmaktadır.

Değişimi Uygula ve Destekle

Değişim programının uygulanması organizasyonun bütün seviyelerinin çabalarına ihtiyaç duyacaktır. Bu nedenle basit, esnek ve etkilenen bütün seviyelerden katkı alınarak hazırlanması gerekir.

İddialı hedefleri olan planlar organizasyonu hataya sürükleyebilir. Bu nedenle planların yönetilebilir ve başarılabilir modüllerden ulaşması gerekmektedir. Her zaman söylediğimiz gibi rollerin ve sorumlulukların açıkça belirlenmesi ve organizasyonun bu konuda bilgilendirilmesi karışıklıkların oluşmasını önleyecektir.



Değişim programlarında destek aktiviteler, uygulamalarda en büyük yardımcılardır. Pilot programlar hazırlayarak çalışanlarınıza yönetilebilir büyüklükte ve başarılabilir kriterlerle daha küçük problemlerle başa çıkmaları için fırsat verebilirsiniz. Bu size daha geniş kapsamlı değişimler için pratiklik sağlayacaktır.

Eğitim Programları ile çalışanlarınızın yeteneklerini geliştirebilir ve değişime daha efektif katkılar vermelerini sağlayabilirsiniz.

Ödül sistemleri kullanarak çalışanlarınızın çabalarını kısa dönem kazanımları ile değerlendirerek ödüllendirebilirsiniz.

Değişime önderlik etmek şaşırtıcı derecede zorluklar içerir. Birçok insan için değişim şuan yaptığı şeyin yanlış olduğunu kabul etmektir ve bu durumun kabul edilmesi bireyler için zordur. Bu nedenle değişimin sadece organizasyon için değil çalışan için de daha iyi olacağının algılatılması gerekmektedir ve bu karşılaşılacak en büyük zorluktur.

Bir diğer önemli zorlukta değişimin kendi içinde bağlantısı olan bütün parçalar üzerinde etkisi olması ve biranda birçok değişikliğin yapılmaya çalışmasıdır. Bu durumda bazen çözmeye çalıştığımızdan daha büyük problemler yaratabilmektedir.

Planlar her zaman için belli esneklikler ile oluşturulur. Değişim programı planını ele alırken değişimin barındırdığı bütün belirsizlikleri göz önünde bulundurarak esnek, hızlı ve çalışanların kendi kararlarını alarak uygulamasına izin verecek şekilde hazırlanmasına dikkat edilmelidir.




Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr


Kaynaklar:

Change Management, Harward Business Publishing
Choosing Strategies for Change, John P. Kotter, ve Leonard A.Schlesinger, Harward Business Review
Decoding Resistance to Change, Jeffrey D. Ford ve Laurie W.Ford, Harward Business Review

8 Ocak 2013 Salı

e-bülten Yayınlarını Derledik


Bildiğiniz gibi son bir buçuk yıldır e-bülten yayını üzerinden güncel çalışmalar, teknoloji trendleri, patent, inovasyon ve Ar-Ge proje destekleri hakkında yazdık çizdik. Daha sonra baktık ki, bu yazılarımızı blog üzerinden tek noktadan üyelerimize ulaştırmak hem daha kolay hem de daha etkin olacak. Tasarımımızı yaptık, gerekli güncellemeleri gerçekleştirdik ve Blog sayfamızı yayına aldık. Kısa zamanda 11.000 kez ziyaret edildi. Yeni yazılarımız ile ziyaretçi sayımızı arttırmayı amaçlıyoruz.

e-bülten ile yayınlanan eski yazılarımıza ulaşabilmeniz için hepsini tek dosyada derledik. Blog yayınından önce çıkardığımız 14 adet e-bülten yayınına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Gösterdiğiniz ilgi için EBİLTEM olarak teşekkür ederiz.

Mustafa Çakır

4 Ocak 2013 Cuma

Mobile World Congress 2013 Bizi Bekliyor!




Geçen senelerde de katıldığımız fuara, bu sene yine KOSGEB desteğini de alarak firmalarımızla beraber katılacağız.
Geçen sene dönüşümüzde Herkes Burada, Apple Nerede? demiştik bu sefer de bir şey değişmeyecek gibi gözüküyor ama bunun yanında Huawei, Nokia, Samsung, ZTE, Ericsson, Google, ARM, Visa ve daha birçoğu şimdiden yerini almış durumda.
Bu sene de, 2012 yılında olduğu gibi birinci sınıf bir konferans, 1500’ün üzerinde stand bekleniyor. Sektör liderleri ile aynı ortamı paylaşma ve tanışma fırsatı yanında, sağlanacak yeni işbirliklerinin potansiyeli 100.000’in üzerindeki fuar ziyaretçisinin katılımını garanti ediyor.
25-28 Şubat 2013 tarihlerinde “World Mobile Congress 2013 , Barselona” kapsamında bu sene de ikili görüşme etkinliğimiz olacak. Etkinlik, KOSGEB Desteği (%50 hibe) ile gerçekleştirilecek.
2012 yılında, 27 Ülkeden 500 firma 600 teknoloji profili ile katılmış ve 3 gün boyunca 1000’ in üzerinde toplantı gerçekleşmişti. Bunun sonucunda işbirlikleri imzalanmış ve birçok firmanın temasları gelecek işbirlikleri için sürmekte.

Siz de katılım göstermek istiyorsanız bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Katılımcılardan Son Haberler


UBUNTU Mobil olarak geri dönüyor
UBUNTU işletim sisteminin arkasındaki firma Canonical, 2013 sonunda artık mobil telefonlarda yer alacaklarını bildirdi. MWC’ de ilk gösterimi ile yer olacak firma, tek bir OS üzerinden hem PC ler de hem de mobil telefonlarda aynı şekilde çalışan bir sistem ile pazarda iyi bir yer edinecek gibi gözüküyor.
Apple ve HTC Patent Davalarını bırakıp lisanslama anlaşmasına geçtiler
Apple ve HTC karşılıklı olarak açtıkları patent ihlal davalarından vazgeçerek lisanslama anlaşması imzaladı. Her ne kadar içerik gizli tutulsa da yapılan açıklamalara göre hem mevcut davalara konu olan patentler hem de gelecek patent ihlal durumları anlaşmaya dahil edilmiş. 2010 yılında Apple’ın HTC’ye açtığı ilk dava ile başlayan süreç şimdilik bitmiş gözüküyor.
Bu arada, Nokia ve RIM’de aynı yolu tercih ederek bir lisanslama anlaşmasına imza attılar. Nokia kablosuz ağ teknolojisinin ihlali nedeni ile açtığı davayı kazanmış ve RIM’ im Blackberry lerinde kullandığı WLAN teknolojisinin kullanımını lisansa bağlamasını sağlamıştı.
Facebook Mobil Reklamlardan Umutlu
Facebook son çeyrekte mobil reklamlardan elde ettiği geliri iki katına çıkaracağını öngörüyor.  Her ne kadar mobile geçiş süreci Facebook için zorlu da olsa gerçekten mobile odaklanılarak ve güçlü reklam trendleri kullanılarak mobil reklam gelirlerinden daha çok kazanacak gibi gözüküyor. Ek olarak hisse değeri de artıyor, Facebook hisseleri yeni yıla 28$ olarak girdi ve JPMorgan 35$ hedefini belirlemiş.
Google Play Apple Store’un Peşinde
Ekim 2012 verilerine göre Apple Store’un geliri hala 4 kat fazla ancak Ocak- Ekim arasındaki gelir artışlarına bakıldığında Goole Play %311 artarken Apple Store %12,9 olduğu görülüyor.
2012’i perdelerini kaparken mobil dünyasından en dramatik anlardan güzel bir derleme olmuş. Bir göz atın derim.


Aykut Gülalanlar, PMP

Twitter: @agulalanlar

Email: aykut.gulalanlar@ebiltem.ege.edu.tr



2 Ocak 2013 Çarşamba

Patent Sınıflandırmasında Yeni Dönem



Patent Sınıflandırmasında Yeni Dönem
Patent sınıflandırma sistemini, patent dokümanlarının düzenli bir şekilde kategorize edilmesi için kullanılan bir araç olarak tanımlıyoruz. Bu sistemin temel amacı, patent dokümanlarında yer alan teknolojik ve yasal bilgilere ulaşımı kolaylaştırmak. Patent sınıflandırması, başvuruların yenilik ve buluş basamağı kriterlerine göre değerlendirmesinde ve yayınlanmış patent dokümanlarına daha kolay erişim sağlanmasında kullanılıyor.

Ayrıca, farklı teknoloji alanlarındaki gelişmelerin değerlendirilmesinde ve stratejik kararların verilmesinde kolaylaştırıcı rol üstlenen istatistiklerin hazırlanmasına hizmet ederek karar vericilere gelecek ile ilgili önemli tüyolar veriyor. Bu değerli verileri okuyup kendi işinize uygun hamleyi yaparak oyunu lehinize çevirmek size kalmış. Peki, bu sistem uluslararası düzlemde nasıl işliyor ve yeni değişiklikler neler getirecek?

Uluslararası patent sınıflandırması (IPC) ve Avrupa patent sınıflandırması (ECLA) patentlerin teknik sınıflandırmasında en çok kullanılan ve bilinen iki sistem olarak karşımıza çıkıyor. Bunlara ek olarak küresel ekonominin başoyuncusu ABD’de kullanılan USPC adında bir patent sistemi daha bulunuyor. Bu üç sınıflandırma sistemine ufak bir göz atacak olursak;

Uluslararası Patent Sınıflandırması (IPC): Dünya Fikri Mülkiyet Organizasyonu (WIPO) tarafından yönetilen çok taraflı uluslararası bir anlaşma temeline dayanıyor. Türkiye dâhil 100 ülke tarafından kullanılıyor. Derinliklerinde 70.000 alt kategori ve sembol mevcut.

ABD Patent Sınıflandırması (USPC): Derinliklerinde 150.000 alt kategori ve sembol mevcut.

Avrupa Patent Sınıflandırması (ECLA): Patent başvurularının sınıflandırılmasında Avrupa Patent Ofisi tarafından kullanılan patent sınıflandırma sistemidir. Derinliklerinde 145.000 alt teknoloji kategorisini barındırıyor. Uluslararası Patent Sınıflandırmasının genişletilmiş hali olarak tanımlanıyor. ANCAK, 1 Ocak 2013 tarihinden itibaren Cooperative Patent Classification (CPC) kullanımı ile birlikte ECLA miladını dolduran bir sınıflandırma sistemi olarak raflardaki yerini aldı.

Yepyeni Bir Patent Sınıfı Doğuyor!
Cooperative Patent Classification (CPC): ABD Patent Ofisi (USPTO) ve Avrupa Patent Ofisi'nin (EPO) IPC tabanlı ayrı ayrı sınıflandırmalar kullanmaları bazı karışıklıklara sebebiyet verebiliyordu. Cooperative Patent Classification (CPC) adı verilen bu yeni sınıflandırma sistemi ile bu karışıklıkların önüne geçilmesi amaçlanıyor. İki majör patent sistemi birleşerek, 250.000’den fazla sembol ve teknoloji kategorisi tek çatı altında toplanıyor.

  • ECLA sınıfı temel alınarak geliştirilen bu yeni sistemde daha önce kategorize edilemeyen teknolojilere artık bir alt sınıf bulunabilecek. Bu sayede patent konusunda çalışanların yeni göz bebeği haline gelecek olan CPC ile tekniğin bilinen durumu araştırmaları artık daha etkili yapılabilecek.
  • CPC ile alt-grup başlıkları daha açıklayıcı hale getirilerek ilgili teknoloji-sembol eşleşmesinin daha sağlıklı yapılabilmesine olanak sağlanmış.
  • Sembol değişikliklerine bakacak olursak, ECLA sisteminde yer alan alfa numerik karakterler CPC’ de yerini tamamen rakamlara bırakıyor. Aslında yeni sistem biraz daha IPC benzeri bir hal alıyor.  

Tabi bu değişiklikler, var olan milyonlarca patent dokümanının yeniden sınıflandırılması anlamına geliyor! Bu dokümanların çok dikkatli bir şekilde CPC sistemine göre yeniden sınıflandırılması gerekli. Eğer bu geçiş sırasında beklenilenin aksine hatalı sınıflandırmalar yapılırsa, yeni sistem patent araştırmacılarının ve kullanıcıların güvenini çabuk kaybedebilir.
Keyifli araştırmalar dilerim:)



Kaynaklar: